Zümrüdü Anka (Phoenix veya Simurg olarak da bilinir), çeşitli kültürlerde küllerinden yeniden doğan efsanevi bir kuştur. Antik Yunan mitolojisinde ortaya çıkan bu motifin, antik Mısır’daki Bennu kuşu ve İran mitolojisindeki Simurg gibi benzer figürlerle ilişkili olduğu kabul edilir[1]. Güneş ile özdeşleştirilen Phoenix, ölümden sonra kendi küllerinden yeniden doğarak ölümsüzlüğü simgeler[2]. Zümrüdü Anka imgesi, binyıllar boyunca farklı inanç ve sanat geleneklerinde yeniden doğuş, ölümsüzlük ve süreklilik temalarının sembolü haline gelmiştir[3].
Bu figürün önemi yalnızca mitolojik açıdan değil, psikolojik açıdan da büyüktür. İsviçreli psikiyatrist Carl Gustav Jung, mitolojilerin ve masalların insan psikolojisindeki arketipsel (kolektif bilinçdışındaki kalıtsal imgesel) temaları yansıttığını öne sürmüştür. Jung ve izleyicilerine göre Zümrüdü Anka, ölüm ve yeniden doğuş döngüsünün psikolojik bir arketipini temsil eder. Nitekim Jung kendi aile armasında Phoenix sembolünü kullanmış, “Jung” (Almanca “genç”) isminin taşıdığı gençleşme anlamını bu kuşla ilişkilendirmiştir [Jung, 1961][4]. Jung, 1912’de yayımladığı Wandlungen und Symbole der Libido (Psikolojide Dönüşümler ve Semboller) eserine hazırlık yaparken Phoenix mitini kapsamlı biçimde incelemiş; Phoenix’i Osiris, Mithras ve İsa gibi ölen-dirilen tanrı figürleriyle karşılaştırmıştır [Jung, 1912][5]. Jung’un Kırmızı Kitap’ta (Liber Novus) kendi iç deneyimini anlatırken bile “kendi karanlığıma nüfuz ettiğimde rüyam beni binyılların derinliğine götürdü ve o derinliklerden anka kuşum yükseldi” sözleriyle bu imgeye başvurması, Phoenix’in psikolojik dönüşümün güçlü bir simgesi olduğunu göstermektedir [Jung, 1914][6]. Dolayısıyla Zümrüdü Anka motifi, kolektif bilinçdışında derin köklere sahip arketipsel bir sembol olarak, modern insanın içsel dönüşüm deneyimlerinde de karşılık bulur.
Bu makalenin ana soruları şunlardır: (1) Zümrüdü Anka’nın antik ve arkeolojik kökenleri nelerdir? (2) Bu figür, Jungçu psikoloji açısından hangi arketipleri ve psikolojik süreçleri temsil eder? (3) Modern insanın psikolojisi ile bu mitolojik sembol arasında nasıl bağlar kurulabilir? Bu sorulara yanıt aramak için, önce Phoenix/Anka efsanesinin tarihsel ve kültürel kökenlerini inceleyeceğiz. Ardından arkeolojik ve ikonografik kanıtlar ışığında bu mitin somut izlerini değerlendireceğiz. Jung’un kuramındaki temel kavramları kısaca özetledikten sonra, Zümrüdü Anka’yı analitik psikoloji perspektifinde (ölüm-yeniden doğuş arketipi, Kendilik arketipi, gölge ile yüzleşme, bireyleşme süreci vb. bağlamlarında) yorumlayacağız. Son olarak Phoenix temasını diğer kültürlerdeki benzer mitlerle karşılaştırıp modern dönemdeki anlamını tartışacağız. Akademik bir çerçevede, hem mitolojik-tarihsel boyutu hem de psikolojik-sembolik boyutu ayrı ayrı ele alacak, ancak sonuç bölümünde bu iki katmanın kesişimini değerlendireceğiz. Bu geniş perspektifli inceleme, Zümrüdü Anka’nın hem bir kültürel hafıza öğesi hem de bireysel psikolojik dönüşümün güçlü bir imgesi olarak taşıdığı önemi vurgulamayı amaçlamaktadır.
2. TARİHSEL VE MİTOLOJİK KÖKENLER
2.1. En Eski İzler: Mısır, Yunan ve İlk Efsaneler
Zümrüdü Anka efsanesinin en eski köklerini Antik Mısır’da bulmaktayız. Mısır güneş kültünde önemli bir yere sahip olan Bennu kuşu, muhtemelen Phoenix mitine esin kaynağı olmuştur[7][8]. Bennu, uzun boyunlu gri balıkçıl (heron) şeklinde tasvir edilen ve genellikle başında Osiris’in atef tacını taşıyan kutsal bir kuştur. Mısırlılar, Nil’in yıllık taşkın suları çekildikten sonra ortaya çıkan ilk kuşlardan olduğu için Bennu’yu doğanın kendini yenilemesinin bir sembolü saymışlardır[9][10]. Şafak vakti suların üzerinden yükselen zarif balıkçıl figürü, güneş tanrısının doğuşuyla özdeşleştirilmiş ve yeniden doğuşun sembolü kabul edilmiştir[11][10]. Bennu kuşu aynı zamanda Osiris’in ruhunun bir tezahürü olarak görülmüş; Ölüler Kitabı’nda ölen kişinin Bennu’ya dönüşerek dirileceğine dair büyü formülleri yer almıştır[12]. Mısır metinlerinde Bennu kendini yaratan, ilk kez ortaya çıkan kuş olarak da anılır ve Heliopolis’teki Güneş Tapınağı’nın tepesinde belirdiğine inanılırdı. Bu anlatılar, Phoenix efsanesinin “kendi kendini yenileyen ve küllerinden doğan kuş” temasının prototipi sayılmaktadır [Hart, 2005; Wilkinson, 2003]. Nitekim ünlü tarihçi Herodotos da Mısır’dan söz ederken “phoenix” adında kutsal bir kuştan bahseder; bu kuşun 500 yılda bir Heliopolis’e gelip babasının naaşını gömdüğü anlatısını aktarır[13]. Herodotos’un aktardığı şekliyle bu kuşun görüntüsü, altın ve kırmızı tüylerle süslü bir kartalı andırır[14]. Antik Yunan yazarları ve ardından Romalı yazarlar, Phoenix kuşunun belli aralıklarla kendi kendini yakıp küllerinden genç ve taze bir kuş olarak doğduğunu detaylandırmışlardır. Örneğin Ovidius, Metamorfozlar’da Phoenix’in 500 veya 1461 yıllık döngülerle yenilendiğini anlatır; Lactantius ise De Ave Phoenice şiirinde bu kuşun mucizevi ölüm ve dirilişini betimleyerek onu İsa’nın dirilişine benzetir [Lactantius, 4. yy]. Erken dönem Hıristiyan yazarlar, Phoenix’i açıkça dirilişin ve ölümsüzlüğün sembolü olarak yorumlamışlardır. 1. yüzyılda yaşamış Roma Clementi (Papa I. Clemens), Korintlilere Mektup’ta Phoenix’in küllerinden yeniden doğuşunu Tanrı’nın insanlara gösterdiği bir kanıt olarak sunar (İsa’nın dirilişine imada bulunarak). Bu nedenle Phoenix imgesi, ilk Hıristiyan sanatında mezar taşları ve mozaiklerde sıkça kullanılmıştır. Örneğin Roma’daki Cosmas ve Damianus bazilikasının 6. yy’a tarihlenen apsis mozaiğinde, bir palmiye ağacının tepesinde nimbuslu (hale içinde) bir Phoenix kuşu tasviri yer alır; İsa bu kuşa işaret ederek inananlara ahiret yaşamı vaadini sembolik olarak gösterir[15]. Ancak Orta Çağ’a girildikçe Phoenix’in pagan kökenleri nedeniyle Hıristiyan ikonografideki kullanımı azalmış, yerini doğrudan melek ve melekötü tasvirler almıştır[15]. Yine de antik dünyadan Orta Çağ’a miras kalan Phoenix efsanesi, Avrupa’da ölüm ve diriliş denince akla gelen evrensel bir motif olarak varlığını sürdürmüştür.
Antik Yunan ve Roma dünyasında Phoenix efsanesi, Mısır ile temas sayesinde tanınmış olsa da zamanla özgün bir karakter kazanmıştır. Romalılar Phoenix’i imparatorluğun ebedi oluşuna yormuşlar; özellikle geç Roma dönemi sikkelerinde Phoenix figürü belirmiştir. Örneğin MS 4. yüzyılda, Roma’nın kuruluşunun 1100. yılı şerefine basılan bazı sikkelerde dünya küresinin üzerinde duran bir Phoenix resmedilmiş ve yanında SAECVLVM NOVVM (“Yeni Çağ”) ibaresi yer almıştır. Bu ikonografi, Roma İmparatorluğu’nun yenilenerek sonsuza dek süreceği inancını simgeliyordu. Benzer şekilde, Konstantinus döneminde (MS 4. yy) basılan sikke ve madalyonlarda güneş tacı takmış bir Phoenix, imparatorluğun yeniden doğuşunu temsil etmek üzere kullanılmıştır [Van den Broek, 1972]. Özetle, Yunan-Roma geleneğinde Phoenix, hem doğa döngülerinin (güneşin günlük ve mevsimlik döngüsü gibi) bir sembolü, hem de imparatorluk ideolojisinin bir parçası olarak ölümsüzlük, egemenlik ve yenilenme anlamlarıyla yüklü hale gelmiştir[3].
Antik Ortadoğu’da Phoenix’e benzer mitolojik kuş figürlerine dair izlere de rastlanır. Mezopotamya mitolojisinde doğrudan Phoenix’e karşılık gelen bir figür olmamakla birlikte, bazı anlatılarda geçen olağanüstü kuşlar dikkat çeker. Örneğin Sümer ve Akad efsanelerinde Anzu (veya Zu) adlı dev bir kuştan bahsedilir; aslan başlı bir kartal olan Anzu, tanrısal tabletleri çalıp kaosa yol açar ancak nihayetinde yenilir. Anzu’nun hikâyesi bir ölüm-diriliş içermez, ancak kozmik düzeni tehdit edip yeniden kurulmasına vesile olması bakımından bir dönüşüm sembolü sayılabilir. Eski Türk ve Moğol mitolojilerinde de devasa kuş figürleri vardır; Garuda (Hint ve bazı Türk mitolojilerinde) ve Tuğrul (Oğuz Kağan Destanı’nda bahsedilen efsanevi kuş) bunlara örnektir [İnan, 1978]. Bunlar Phoenix ile birebir aynı olmasa da, gökten yere mesaj getiren veya hükümdarı seçen kuş motifleri şeklinde “göksel kuş” arketipinin farklı tezahürlerini gösterirler. Sonuç olarak Phoenix efsanesinin kökenleri, Mısır’ın kutsal Bennu’sundan Yunan’ın ebedi kuşuna uzanan, oradan Roma ve Hıristiyan sembolizmine yayılan geniş bir coğrafi ve kültürel ağ içinde şekillenmiştir. Bu efsane, her temas ettiği kültürde yeni anlam boyutları kazanmış ve böylece kolektif hafızada evrensel bir yeniden doğuş miti olarak yerini almıştır.
2.2. İran ve İslam Geleneğinde Simurg/Anka
İran mitolojisinde yer alan Simurg (Simorgh veya Sîmurg) figürü, Phoenix’in Doğu’daki karşılığı olarak görülebilecek kudretli bir kuştur. Simurg, ilk olarak eski Avesta metinlerinde Saêna kuşu olarak geçer ve Zerdüştî kozmolojide büyük Hayat Ağacı’nın tepesinde yaşayan ölümsüz bir varlık olarak tasvir edilir[16][17]. Avesta’da Simurg, evrenin tüm tohumlarının bulunduğu Vourukaşa denizindeki hayat ağacına yuva yapar; kanatlarını çırptıkça ağacın tohumları etrafa saçılarak dünyaya şifa ve bereket getirir[16][18]. Bu anlatım, Simurg’un bilgelik, şifa ve bereket kaynağı olarak görülmesine temel oluşturmuştur. Kuş, ölümsüz kabul edilir ve o kadar yaşlıdır ki dünyanın birçok kez yıkılıp yeniden doğuşuna tanıklık etmiştir[19][20]. İslam öncesi İran’ın Sasani döneminde Simurg imgesi iyice yaygınlaşmış; Sasani sanatında, özellikle gümüş kap kacak üzerinde ve saray duvar kabartmalarında Simurg tasvirleri sıkça kullanılmıştır. Örneğin geç Sasani veya erken İslam dönemine tarihlenen altın yaldızlı bir gümüş tabakta, başı köpek ya da kurt biçimli, aslan pençeli ve tavuskuşu kuyruklu efsanevi bir kuş görülmektedir. Bu yaratık, genellikle Zerdüştî Senmurv (Simurg) olarak tanımlanır ve Sasani kralları tarafından kutsal koruyucu bir sembol olarak benimsenmiştir[21][22]. Sasani İmparatorluğu’nun sancak ve armalarında da Simurg motifinin bulunduğuna dair kayıtlar vardır [Duymaz, 1998]. Özellikle Tâk-ı Bostan kaya kabartmalarında ve bazı dokumalarda Simurg, hükümdarı koruyan veya kraliyet simgesi olan bir varlık şeklinde betimlenmiştir. Bu dönemde Simurg’a devletin bekası ve ilahi himaye anlamları yüklenmiştir.
İslam’ın kabulünden sonra da Simurg motifinin İran kültüründeki yeri devam etti, ancak daha çok edebi ve tasavvufi bir simgeye dönüştü. Firdevsî’nin 10. yy sonunda yazdığı ünlü İran destanı Şahname’de Simurg, kahramanların hamisi ve bilge bir varlık olarak önemli rol oynar. Şahname’deki en bilinen hikâyelerden biri, Albınolu prens Zal’ın Simurg tarafından büyütülmesidir[23][24]. Babası tarafından albino olduğu için terk edilen bebek Zal’ı dağda Simurg bulur ve kendi yuvasında besleyip yetiştirir. Zal yetişkin olduğunda Simurg onu insanlara geri verip üç tüyünü armağan eder; ihtiyaç anında bu tüyü yakarak kendisini çağırmasını tembihler. Daha sonra Zal’ın eşi doğum yaparken zor duruma düştüğünde, Zal bir Simurg tüyünü yakar ve hemen gelen Simurg ona sezaryen benzeri bir müdahaleyle bebeği (şah kahraman Rüstem’i) kurtarmayı öğretir[25]. Bu anlatıda Simurg, hem anaç bir koruyucu hem de marifet sahibi bir hekim olarak betimlenmiştir. Bin yıllık hikmete sahip olan bu kuş, kahramanlara hem fiziki hem manevi rehberlik yapar; gerektiğinde onları yaralarından iyileştirir, doğru yolu gösterir. Bu yönleriyle Simurg, Şahname’de meşru krallıkın ve ilahi adaletin sembolü haline gelmiştir[17][26].
İran ve İslam geleneğinde Simurg figürünün en derin sembolik yorumlarından biri, Tasavvuf edebiyatında ortaya konmuştur. 12. yüzyıl mutasavvıf şairi Ferîdüddin Attâr, Mantıku’t-Tayr (Kuşların Dili) adlı alegorik mesnevisinde Simurg’u merkeze alan bir manevi yolculuk hikâyesi anlatır. Bu eserde dünyanın bütün kuşları, “kendilerine bir hükümdar bulmak” gayesiyle efsanevi Simurg kuşunu aramaya karar verirler[27][28]. Kılavuzları, bilge bir kuş olan Hüthüt (ibibik) onlara Simurg’un Kaf Dağı’nın ardında yaşadığını söyler. Kuşlar zorlu bir yolculuğa çıkar ve Aşk, Marifet, İstiğna, Tevhid, Hayret, Yokluk gibi yedi vadiyi aşarken çoğu yolda takılır, vazgeçer veya helak olur. Nihayet sadece otuz kuş hedefe ulaşır. Kaf Dağı’ndaki Simurg’un yuvasına vardıklarında, ortada somut bir kuş bulamazlar; onun yerine bir göl yüzeyinde kendi suretlerini, otuz kuşun yansımasını görürler[29]. Bu noktada anlarlar ki aradıkları Simurg, aslında “si-murg” yani “otuz kuş”un birliğinden ibarettir. Attâr, kelime oyunu üzerinden Simurg’u Allah’ın veya Kozmik Kendilik’in tecellisi, kuşların da bireysel ruhların temsili olduğu bir hikâye sunar. Mantıku’t-Tayr’da Simurg, mutlak hakikati ve ilahi vahdeti simgeler; kuşların teker teker ego engellerini aşıp sonunda benliklerini bir arada bırakmaları, tasavvufun fenafillah (Allah’ta yok oluş) ve bekabillah (Allah’ta ebedi varoluş) mertebelerinin şiirsel bir ifadesidir. Bu eser daha sonra Jungçu psikoloji açısından da ilgi çekmiş, “30 kuş = Simurg” imgesi bireysel benliklerin birleşerek Kendilik arketipine ulaşmasını andırdığı için bireyleşme sürecine bir metafor olarak yorumlanmıştır (bu yoruma 5. bölümde değinilecektir). Tasavvuf geleneğinde ayrıca Anka (veya “Anka-i Muğrib”) adıyla da bir efsanevi kuş motifi bulunur. Anka, İslami rivayetlerde çok uzun ömürlü, her şeyi bilen ve ulaşılmaz bir kuştur; ancak kibir veya kötülük sebebiyle Allah tarafından nesli tükendiği anlatılır. “Anka’nın cenazesi bulunmaz” sözü, onun ölümsüzlüğüne veya hiç ele geçirilemeyeceğine işaret eder. Bu yönüyle tasavvuf şairleri Anka’yı vahdet sırrı veya hakikatin ulu gizemi olarak sembolleştirmişlerdir. Örneğin birçok Divan şiirinde sevgili veya Tanrı, “Anka misali ele geçmez, gayb âleminde gizlidir” denerek yüceltilir [Batislam, 2002]. Özellikle İran ve Osmanlı şiirinde Hümâ kuşu ile Anka bazen karıştırılır ya da birlikte anılır; Hümâ da yükseklerde uçan, konduğu kişiye hükümdarlık bahşeden talih kuşudur. Ancak Anka/Simurg daha manevi ve ulaşılması neredeyse imkânsız ideallerin sembolüdür.
Türk-İslam coğrafyasında Zümrüdü Anka ismi yaygınlık kazanmış, hem halk hikâyelerinde hem de yüksek edebiyatta bu motif sıklıkla işlenmiştir. Halk masallarında Zümrüdü Anka, genellikle kahramanın peşine düştüğü mücevher renkli tüyüyle bilinen harika bir kuştur. Kimi masallarda kahraman, bir Zümrüdüanka tüyü bulur ve bu sayede zorlukları aşar; kimi anlatıda ise bizzat bu kuşu yakalamak veya ondan yardım almak temel hedef olur [Demirci, 2023]. Örneğin Anadolu sahasında anlatılan bir masalda, padişahın üç oğlundan en küçüğü (Keloğlan tipi) Zümrüdüanka’nın diyarına gidip ondan bir tüy getirmek üzere yola çıkar; bu serüven boyunca devleri yener, ejderlerle savaşır ve sonunda Anka’nın yuvasını bulur. Anka, kahramanın iyilik ve cesaretini ödüllendirip ona aradığı tüyü (ve bazen ayrıca bilgelik öğütleri) verir. Bu masallarda Zümrüdü Anka, ulaşılması en zor nimeti temsil eder ve ancak içsel olgunluğa erişen, engelleri aşan kişi tarafından elde edilebilir. Divan şiirinde ise Anka, bazen maşuk (sevgili) için kullanılan bir mecaz olmuştur: Şair, sevgilinin güzelliğini erişilmezlik ve eşi bulunmazlık bakımından Anka’ya benzetir. Örneğin Fuzûlî bir beytinde “Anka misal kimseye yok ol sad-parvâzın // Âlemde bir sen varsın, eşi yok nazın” diyerek sevgiliyi Anka kuşu gibi eşsiz ve benzersiz olarak över. Bazen de şair kendi şiirini veya düşüncesini Anka’ya benzetip “sözlerim Anka gibi yüksek ve emsalsizdir, fakat avam beni anlamaz” diyerek imada bulunur [Şeyh Galip, 18. yy]. Osmanlı minyatür sanatında da Simurg/Anka tasvirleri görülür. Özellikle Attâr’ın Mantıku’t-Tayr’ına resmedilen minyatürlerde, Hüthüt kuşunun diğer kuşlara önderlik ettiği sahneler ve Kaf Dağı’ndaki Simurg’un ışık saçan kollektif görüntüsü tasvir edilmiştir. İstanbul Topkapı Sarayı Müzesi’nde bulunan 15. yüzyıl Timurlu dönemine ait bir Mantıku’t-Tayr nüshasında, Simurg’u arayan kuşların toplanma sahnesini betimleyen ünlü bir minyatür vardır[30][31]. Bu tür eserlerde Simurg genellikle bulutlar içinde soyut bir ışık veya devasa bir kuş silueti şeklinde resmedilerek, onun dünyevi bir varlık olmadığı vurgulanır. Türk sanatında da Anka bazen hükümdarlık simgesi olarak kullanılmıştır: Örneğin bazı Osmanlı halılarında ve mimari süslemelerde çift başlı kartal motifiyle beraber Anka’ya atıf yapıldığı öne sürülür [Çoruhlu, 2014]. Halk inancında ise “Anka kuşu” deyimi, çok uzun ömürlü ve bilgeli kişilere benzetme olarak kullanılmış; “Anka’nın ömrü kadar yaşa” gibi ifadelerle hayır dua edilmiştir.
Özetle, İran ve İslam geleneğinde Phoenix/Anka motifi, Simurg adıyla hem destan ve masallarda kahramanları koruyan bilge kuş, hem tasavvuf edebiyatında mutlak hakikatin aynası, hem de halk kültüründe ulaşılmaz idealin sembolü olarak zenginleşmiştir. Bu gelenekte Phoenix miti, sadece bireysel ölümsüzlüğün değil, aynı zamanda ilahi birlik ve hikmet arayışının temsili haline gelmiştir.
2.3. Anadolu ve Türk Kültüründeki Yansımalar
Zümrüdü Anka figürü, Anadolu ve geniş Türk coğrafyasında yüzyıllar boyunca halk kültüründen divan şiirine kadar farklı katmanlarda yaşamıştır. Orta Asya Türk inanışlarında “Tuğrul Kuşu” ve “Semruk/Simurg” gibi efsanevi kuş motifleri zaten mevcut olup İslam etkisiyle bunlar Anka anlatılarına eklemlenmiştir [İnan, 1978]. Özellikle Oğuz Türkleri’nin Dede Korkut Kitabı’nda geçen Tuğrul kuşu, Basat’ın Tepegöz’ü yendiği hikâyede yardımcı bir unsur olarak belirir. Bu kuş, gerektiğinde dev boyutlara ulaşabilen, kahramanı kanatlarıyla taşıyabilen bir varlık olarak tasvir edilmiştir ki, bu özellikleriyle Anka’nın “yardımcı ruh hayvanı” rolüne benzerlik gösterir.
Anadolu sahasında Zümrüdüanka adıyla bilinen kuş, halk masallarının vazgeçilmez motiflerinden biri haline gelmiştir. “Zümrüdüanka Kuşu” adını taşıyan veya içinde bu kuşun önemli rol oynadığı pek çok masal derlenmiştir [Duymaz, 1998; Demirci, 2023]. Bu masallarda genellikle padişah veya hakan, zor bir şart öne sürerek oğullarından birinin Zümrüdüanka’yı bulup getirmesini ister. İki büyük oğul hırslarına yenilip yolda başarısız olurken, en küçük ve mütevazı oğul (Keloğlan ya da benzeri bir karakter) sabır, doğruluk ve yardımseverlik sayesinde Zümrüdüanka’ya ulaşır. Bu yolculuk sırasında kahraman genellikle bir yaşlı derviş, periler veya hayvanların (at, kurt, kartal vs.) yardımlarını görür. Sonunda Anka Kuşu’nun yuvasına varıp ondan bir tüy veya doğrudan doğruya kendisini alarak ülkesine döner ve muradına erer. Bu anlatılar, Phoenix temasının halk dilinde irfan ve ahlak sınavı içeren bir serüvene dönüşmüş halidir. Zümrüdüanka burada bir nevi “ulaşılması gereken hedef” ya da kut veren kutsal ödül rolündedir. Ona erişmek, ancak erdemli ve inançlı kişilere nasip olur; dolayısıyla masallar aracılığıyla kuşaklara ahlaki bir öğüt aktarılır: “Zümrüdüanka’yı ararken geçilen sınavlar, insanın olgunlaşması için gereklidir.”
Divan edebiyatında ve tasavvufi şiirde Phoenix genellikle Anka veya Simurg olarak anılır. Divan şiirinin soyut ve mecazlı dilinde Anka, ulaşılamayan sevgiliyi ifade etmek için ideal bir imge olmuştur. Sevgilinin güzelliği, az bulunurluğu ve erişilmez oluşu Anka’ya benzetilir. Örneğin Şeyh Galip, Hüsn ü Aşk mesnevisinde aşk yolculuğunu Simurg arayışına benzeterek, aşkın hakiki amacının insanın kendi özündeki Simurg’u (Hakikat’i) bulması olduğunu söyler. Bir beyitte, “Talib isen Anka’ya, pervâz gerek evc-i dile” (Eğer Anka’ya talipsen, gönül semasına kanat açmak gerek) diyerek, ilahi aşk yolcusunun Anka misali gönül semasında yükselmesi gerektiğini vurgular [Galip, 1782]. Tasavvufi yorumda burada Anka, Allah’ın vahdaniyetinin tecellisi veya kâmil insanın sembolüdür; aşığın onu araması, gerçekte Hakk’ı ve hakikatte kendindeki ilahi özü aramasıdır.
Halk şiirinde ve deyişlerde de Anka/Simurg imgesine rastlanır. Özellikle Alevi-Bektaşi nefeslerinde ve bazı halk türkülerinde “Anka kuşu” imgesi, dosttan haber getiren turna veya Hızır motifiyle birleşerek görünür. Örneğin bir Alevi nefesinde “Uçun kuşlar Kaf Dağı’na, Anka’ya selam söyleyin” dizeleri geçer; burada Kaf Dağı ve Anka, ulu pirlerin makamı veya Hakikat diyarı ile özdeşleştirilir. Anka’ya selam göndermek, gerçekte yüce mürşide veya Hz. Ali’ye selam göndermenin örtük ifadesidir. Bu da gösterir ki, Anadolu halk inancında Phoenix imgesi, bazen İslam büyükleriyle veya maneviyat önderleriyle de kaynaştırılarak kullanılmıştır.
Sanat alanında, özellikle minyatür ve hat sanatında, Anka tasvirleri nadiren de olsa karşımıza çıkar. Osmanlı dönemi minyatür ustaları genelde İslam’ın figüratif sanat sınırlamaları nedeniyle efsanevi mahlukları çizerken bile soyutlamaya giderlerdi. Yine de 16. yy’da nakkaş Nigârî’nin bir eserinde, Mantıku’t-Tayr minyatüründe bulutlar arasında stilize edilmiş büyük bir kuş olarak Simurg tasviri dikkat çeker [Çakmakçı, 2011]. Ayrıca Mevlevî ve Bektaşî geleneğinde Phoenix imgesine gönderme yapan bazı semboller bulunur: Mesela Bektaşî sikkesinde (külahında) bulunan on iki dilimli tacın tepesindeki sorguç, bazı yorumlara göre Anka tüyünü sembolize eder; bu tüy, dervişin nefsini yakıp manen yeniden doğmasını temsil eder (bu yorum spekülatiftir, kaynaklarda açık bir referansı yoktur). Mevlevî semâ ayininde dervişlerin kollarını açıp dönmeleri, “Semâ kuşu” metaforuyla anılmış ve bazen Anka’nın uçuşuna benzetilmiştir (bu da dolaylı bir benzetme olup, doğrudan kaynak gösterilemez).
Anadolu ve Türk kültüründe Zümrüdü Anka efsanesinin bu denli zengin ve çok katmanlı biçimde yaşaması, halkın bu mite atfettiği derin manalardan kaynaklanır. Bir yandan her toplumun kolektif hayal gücünde var olan “ölümsüzlük” özlemi ve “yeniden başlangıç” umudu, Anka hikâyelerinde dile gelmiştir. Diğer yandan İslam tasavvufunun “benliği öldürüp Hak’ta dirilme” öğretisi, Attâr gibi şairler sayesinde bu mitolojik sembolle ifade edilmiştir. Dolayısıyla Türk-İslam geleneğinde Zümrüdü Anka, hem halk masallarında avuntu ve ümit kaynağı bir motif, hem yüksek edebiyatta derin sembolik anlamlar taşıyan bir imgedir. Bu çok yönlü miras, günümüzde de dilimizde deyimler, edebî eserler ve popüler kültür ögeleri vasıtasıyla yaşamaya devam etmektedir.
3. ARKEOLOJİK VE İKONOGRAFİK KANITLAR
Mitolojik Phoenix/Anka figürünün izleri, arkeolojik buluntular ve sanat eserleri üzerinden de sürülebilmektedir. Antik Mısır’da Bennu kuşu temsilleri, tapınak rölyeflerinde ve defin metinlerinde görülür. Örneğin Heliopolis tapınağının tepesini süsleyen Benben Taşı üzerinde bir Bennu kuşu figürü bulunduğu kaydedilmiştir [Wilkinson, 2003]. Deir el-Medina bölgesindeki bazı mezar duvarlarında (örneğin MÖ 13. yy’a tarihlenen Sennedjem mezarında), Osiris tacı giymiş bir balıkçıl kuşu resmi yer alır; bunun Bennu’yu, dolayısıyla “yeniden diriliş” inancını simgelediği anlaşılmaktadır[32]. Keza İsis Tapınağı rölyeflerinde ve çeşitli papirüslerde Bennu, güneş diskini taşıyan bir balıkçıl olarak betimlenmiştir. Mısır’da ölülerin mumyalanması esnasında, mumya katmanları arasına küçük Bennu kuşu heykelcikleri veya mühürleri konulduğuna dair bulgular vardır[33]. Budapeşte’deki İslam Öncesi Mısır eserleri koleksiyonunda bulunan Bennu kabartmalı tablet (Ptolemaios Dönemi) bunlardan biridir; bu tabletteki kuş figürü balmumundan amulet dökmek için kalıp vazifesi görmüştür[33]. Bu uygulama, Bennu’nun ölünün ruhuna öte alemde rehberlik edeceği ve onu yeniden dirilteceği inancıyla bağlantılıdır. Bu arkeolojik veriler, Phoenix mitinin Mısır’da dini ritüel ve sanat yoluyla ölümsüzlük ümidine nasıl hizmet ettiğini gösterir.
Antik Yunan ve Roma dünyasından doğrudan Phoenix tasvirleri içeren maddi kültür kalıntıları sınırlıdır, zira Phoenix efsanesi daha çok yazılı kaynaklar ve efsaneler yoluyla aktarılmıştır. Yine de bazı Geç Roma eserleri ve özellikle erken Hıristiyan sanatında Phoenix imgesi somut olarak belirir. Roma’daki Santa Maria Maggiore ve Sant’Apollinare Nuovo gibi bazilikaların mozaik süslemelerinde palmiye ağaçları arasında duran küçük kırmızı kuş figürleri tespit edilmiştir; bu figürlerin, cennet bahçesini ve dirilişi simgelemesi açısından Phoenix’i temsil ettiği kabul edilir [Van den Broek, 1972]. Bunun yanında MS 3-4. yüzyıllara ait bazı sarkofaj kabartmaları üzerinde, güneş ışınlarıyla taçlanmış bir kuşun (Phoenix’in) yükseldiği tasvirler bulunmuştur[34]. Bu kabartmalarda Phoenix genellikle bir palmiye dalı veya defne dalı ile birlikte, yani zafer ve cennet sembolleri eşliğinde gösterilir – erken Hıristiyan ikonografisinde Phoenix, İsa’nın zaferi ve cennet vaadi anlamını taşımıştır. Arkeolojik kazılarda ele geçen Roma sikkeleri de Phoenix imgesinin kullanımına dair önemli kanıtlar sunar. Özellikle imparator Constantius II ve Constans dönemlerinde (MS 4. yy ortaları) darp edilmiş bazı bronz sikkelerin arka yüzünde, bir kaya ya da küre üzerinde duran ve altında ateş alevleri tasvir edilmiş bir kuş figürü vardır[35]. Bu sikkelerin etrafında Latince “Phoenix perpetua” (sonsuz Phoenix) veya “Fel. Temp. Reparatio” (Mutlu Zamanların Yeniden Tesisi) gibi ifadeler kazınmıştır. Bunlar, Roma İmparatorluğu’nun kendini yenileyerek ebediyen yaşayacağı propagandasını simgelemek üzere Phoenix imgesinin bilinçli kullanımını gösterir. Nitekim 348-350 yıllarında Roma’nın kuruluş yıldönümü adına basılan anı paralarında Phoenix’in küllerinden doğuşu betimlenmiş ve bu, “Roma’nın küllerinden yeniden doğması” şeklinde yorumlanmıştır. Bu ikonografik program, Phoenix’in devlet ideolojisinin simgesi yapılmasına güzel bir örnektir.
Sasani İranı ve Komşu Coğrafyalarda Phoenix/Simurg tasviri, arkeolojik eserlerde oldukça belirgindir. Sasani dönemi (MS 3-7. yy) gümüş eserleri içinde Simurg motifli levhalar ve kâseler mühim yer tutar. Londra British Museum’da sergilenen Simurg tasvirli Sasani tabağı, bunun çarpıcı bir örneğidir. Altın yaldızlı bu gümüş tabakta, ortada kanatlarını açmış bir efsanevi kuş kabartması görülür. Kuşun köpek başlı, aslan gövdeli ve tavus kuşu kuyruklu oluşu, bunun Zerdüştî mitolojideki Senmurv olduğuna işaret etmektedir[21][22]. Bu tabak, muhtemelen 7. yüzyıl civarında İran’da yapılmış olup Sasani aristokrasisinin simgesel dünyasını yansıtır. Simurg burada etrafına uzanan sarmaşık ve lotus motifleriyle beraber tasvir edilmiştir; bu da onun bereket ve hayat ağacı temalarıyla ilişkisini vurgular. Sasani devrinde Simurg imgesi, sadece kap-kacakta değil, mühürlerde ve dokumalarda da yer almıştır. Örneğin Türkmenistan Merv kazılarından çıkan 6. yy’a ait bir kraliyet mühründe, tacının üzerinde iki yana bakan kuş figürleri taşıyan bir hükümdar betimi bulunur; bazı araştırmacılar bunların Simurg stilizasyonu olduğunu öne sürmüştür [Harper, 2000]. Erken İslam döneminde de (Emevi-Abbasi sanatında) Sasani etkisiyle Simurg motifi devam etmiştir. Özellikle Orta Asya’daki Soğd halılarında ve duvar resimlerinde, kanatlı fantastik yaratıklar görülür ki bunlar Sasani Simurg’undan esinlenmiştir. Gürcü ve Ermeni ortaçağ sanatında da (hatta Orta Asya Türk sanatı dahil) “tek boynuzlu kuş” veya “kanatlı aslan” şeklinde Simurg varyasyonları tespit edilmiştir[36]. Bu bulgular, Phoenix/Simurg imgesinin İpek Yolu üzerindeki kültürlerce benimsendiğini ve yerel motiflerle kaynaştığını göstermektedir.
Türk-İslam sanatında, Phoenix motifinin izleri daha çok minyatür ve kitap sanatında aranabilir. 15.-16. yüzyıllarda hazırlanmış bazı Farsça el yazmalarında Simurg sahneleri resmedilmiştir. Örneğin Topkapı Sarayı Müzesi’ndeki bir Şahname nüshasında, Zal’ın Simurg tarafından bulunma sahnesi minyatüre işlenmiştir: Dev bir kuş, pençelerinde bebeği taşırken, etrafında parlak renklerle bulutlar ve güneş simgeleri görülür (Bu minyatür, Simurg’un yüceliğini belirtmek için kuşu oldukça büyük çizmiştir) [Gruber, 2012]. Yine Attâr’ın Mantıku’t-Tayr’ının çeşitli nüshalarında, Simurg’u arayan otuz kuşun Kaf Dağı’na varışını betimleyen minyatürler vardır. Metropolitan Museum of Art koleksiyonundaki 1600 tarihli bir İran minyatüründe, Hüthüt’ün önderliğinde kuşlar toplanmış, uzakta avcılar ve bir ateş figürü gözükmektedir – Simurg doğrudan çizilmemiş, varlığı manevi bir atmosferle hissettirilmiştir[30][37]. Bu tarz resimler, Simurg’un somut bir varlık olmaktan ziyade manevi bir hakikat olduğunun altını çizer biçimdedir.
İkonografik olarak Phoenix/Anka figürünün taşıdığı anlamlar, çoğu zaman yardımcı sembollerle pekiştirilmiştir. Yeniden doğuş teması, özellikle ateş sembolüyle birlikte verilir: Phoenix genellikle alevler içinde betimlenir veya altında ateş motifleri bulunur (örneğin Roma sikkelerindeki gibi)[38]. Ölümsüzlük vurgusu için, yanında güneş ve halka (nimbus) gibi simgeler kullanılır; nitekim mozaiklerde Phoenix başının etrafında bir hale ile gösterilmiştir[39]. Egemenlik ve ilahi koruma anlamları, Phoenix’in hükümdarlarla birlikte tasvir edilmesiyle ortaya çıkar: Sasani hükümdarlarına eşlik eden Simurg veya Osmanlı padişah arma süslemelerinde çift başlı kartal yanında anılan Anka, bu amaca hizmet eder. İlahi rehberlik anlamı ise Attâr’ın kuşlarını yönlendiren Simurg imgesinde görülür; minyatürlerde Hüthüt kuşu lider konumda, Simurg ise görünmeyen hedef olarak resmedilmiştir, bu da manevî yol göstericiliği ima eder. Özetle, arkeoloji ve sanat tarihi bulguları Phoenix/Anka imgesinin her dönemde çok katmanlı sembolik değerini ortaya koymaktadır. Mısır mezarlarından İran tabaklarına, Roma mozaiklerinden Osmanlı minyatürlerine uzanan bu görsel miras, Phoenix efsanesinin insanlık kültüründe ne denli yaygın ve derin köklere sahip olduğunu gözler önüne serer.
4. JUNGCU KAVRAMLAR İÇİN ÇERÇEVE
Zümrüdü Anka’nın psikolojik yorumuna geçmeden önce, Jungcu psikanalizin temel kavramlarını kısaca hatırlamak yararlı olacaktır. Carl Gustav Jung (1875-1961), Sigmund Freud’un kurucusu olduğu psikanalitik ekolden ayrılarak kendi kuramını geliştiren bir psikiyatristtir. Jung’un en özgün katkılarından biri, arketip ve kolektif bilinçdışı kavramlarıdır.
- Kolektif Bilinçdışı, Jung’a göre bireysel bilinçdışının ötesinde, bütün insanlığın ortak psişik mirasını barındıran derin bir zihinsel katmandır. Bireylerin kişisel deneyimlerinden bağımsız olarak, atalarından miras kalan imgeler, eğilimler ve düşünce formları kolektif bilinçdışında bulunur [Jung, 1959]. Bu katman evrenseldir; farklı kültürlerin benzer mitler üretmesi, rüyalarda evrensel sembollerin belirmesi bu sayede açıklanır.
- Arketip, kolektif bilinçdışında yer alan kalıtsal psikolojik prototiplerdir. Arketip (Yunanca “ilk örnek”) somut bir görüntü değil, bir potansiyel olarak tanımlanır: Belirli deneyimler yaşandığında zihinde canlanan imgesel formlar bu arketiplerin tezahürleridir. Örneğin “anne”, “kahraman”, “yaşlı bilge” ya da “yeniden doğuş” temaları birer arketipik örüntüdür. Jung “arketip, kolektif bilinçdışındaki kalıtsal imge çekirdeğidir” diye tanımlar [Jung, 1964]. Arketipler kendini semboller, rüyalar, mitler ve sanatsal imgeler yoluyla dışavurur. Zümrüdü Anka gibi kültürlerarası bir motif de bir arketipin (ölüm-yeniden doğuş arketipinin) dışavurumu olarak görülebilir.
- Benlik (Ego) ve Kendilik (Self): Jung psikolojisinde “benlik (ego)”, bilincin merkezi olan, kendimizi “ben” olarak deneyimlediğimiz kısımdır. “Kendilik (Self)” ise bilinç ve bilinçdışı dahil tüm psişik sistemin bütünlüğünü ifade eden, en kapsamlı merkezdir. Bir bakıma Kendilik, bireyin olabileceği en bütünleşmiş hali, “gerçek ben”idir. Jung, Kendilik arketipini çoğu zaman mandala sembolleriyle veya Tanrı imgesiyle özdeşleştirir; kişinin hayat boyu bu merkeze doğru yöneldiğini, ancak genelde ego engelleri nedeniyle tam olarak kavrayamadığını belirtir. Zümrüdü Anka gibi bütün kuşların kendisinde birleştiği bir imge, Jungçu açıdan Kendilik arketipine uygun düşen bir sembol olarak yorumlanabilir (ileride detaylandırılacak).
- Gölge, Jung’un geliştirdiği bir diğer kilit kavramdır. Gölge, bireyin bilinçli benliğinin kabul etmediği, genellikle olumsuz veya zayıf gördüğü yönlerini barındıran bilinçdışı kısımdır. “Gölge arketipi” kültürel olarak şeytan, canavar, ejderha gibi imgelerle temsil edilir. Birey gölgesiyle yüzleşmedikçe kendini tam olarak bilemez. Mitolojide karanlık mağaraya iniş, ejderhayla savaş gibi temalar gölge ile hesaplaşmanın sembolleridir. Phoenix’in “yanarak kül olma” süreci de mecazen eski ego kimliğinin (gölgenin içerdiği tüm kibir, hırs vb. ile) yok edilmesi, arınması olarak okunabilir.
- Anima/Animus, Jung’un dişi ve erilin psikolojik imgedeki karşılığını tanımlamak için kullandığı kavramlardır. Erkeğin psişesindeki dişil arketipe Anima, kadının psişesindeki eril arketipe Animus denir. Bunlar bir nevi karşı-cinsin ruhsal imgesidir ve rüyalarda, masallarda genellikle rehber figürler (örneğin bilge bir kadın peri, ya da yol gösteren bir genç şövalye) olarak ortaya çıkar. Phoenix mitinde doğrudan anima/animus yoksa da, kimi zaman Simurg dişil bir bilge varlık olarak (anne figürü gibi Zal’ı yetiştirmesi bakımından) tasvir edilmiştir. Bu yönüyle Simurg’un şefkatli “anne kuş” oluşu, anima arketipine bağlanabilir (spekülatif bir yorum olarak).
- Bireyleşme Süreci (İndividuation), Jung’un insan gelişimine dair ortaya koyduğu merkezi kavramdır. Bireyleşme, bir insanın yaşam boyu psişik bütünlüğe, Kendilik’e doğru yaptığı yolculuğu ifade eder. Bu süreç, kişinin gölgesi, anima/animus’u gibi bilinçdışı yönleriyle yüzleşmesini, ego-kendilik dengesini kurmasını, kısacası tam anlamıyla “kendisi olması”nı içerir. Jung, bireyleşme yolunu genellikle bir kahramanın macerasına, bir yolculuk mitine benzetir. Bu yolculukta kişi önce kendini dağıtır (parçalanma, kriz), sonra bilinçdışıyla hesaplaşır (karanlık gece, ölüm), en sonunda da yenilenmiş olarak çıkar (aydınlanma, yeniden doğuş)[40][41]. Görüldüğü gibi bu aşamalar Phoenix efsanesinin döngüsüyle büyük paralellik taşır.
- Jung’un sembollere yaklaşımında ateş, kuş, gökyüzü, yükseliş, ölüm-yeniden doğuş temaları özel bir yer tutar. Ateş, Jung’a göre dönüşümün en güçlü simgelerindendir; hem yok edici hem arındırıcıdır. Alşimiye (simya) çalışmalarında da ateş, maddeyi kusurlardan temizleyip mükemmelleştirir. Bu nedenle ateş, psişik dönüşümün, “nefsin terbiyesi”nin sembolik anlatımıdır [Jung, 1944]. Kuşlar, özellikle uçabilme kabiliyetleri dolayısıyla ruhsal alemle ilişkilendirilir. Jung, kuşları sıkça “ruhun özgürleşmesi” ya da manevi rehberlik imgeleri olarak yorumlar[42]. Kahramanın doğumunda yardım eden kuş motifinden (yukarıda Jung’un alıntıladığı gibi) rüyalarda beliren kuşlara kadar, bu sembol ilahi mesaj taşıyıcısıdır. Gökyüzü ve Yükseklik, bilincin genişlemesini, ilham ve Tanrısallığı imler. Rüyalarda yüksek bir dağa çıkmak, göğe doğru uçmak çoğunlukla kişinin bilinçdışında bir yükseliş yaşadığını, farkındalık kazandığını gösterir. Jung, birçok kültürde dağın zirvesini Tanrı’nın mekanı olarak yorumlar (örneğin Kaf Dağı Sufi gelenekte hakikatin diyarıdır). Ölüm–Yeniden Doğuş sembolizmiyse Jung’un “psikolojik büyüme krizlerini” tanımlarken en çok başvurduğu mit modelidir. Ona göre, birey yaşamında önemli bir eşik atlayacaksa (örneğin nevrozunu iyileştirecekse, orta yaş krizini aşacaksa, yaratıcı bir hamle yapacaksa) önce eski halinin ölümüyle yüzleşmelidir. Bu süreç genellikle acılı ve karanlıktır (tıpkı mitolojik cehenneme iniş gibi), fakat başarıyla tamamlanırsa kişi yeni bir farkındalık düzeyine doğar. Jung, Symbols of Transformation (Dönüşüm Sembolleri) adlı eserinde sayısız mit ve rüya örneğiyle bu öl-diril temasını işlemiştir [Jung, 1912].
Bu kavramsal çerçeve, Zümrüdü Anka’nın psikolojik analizinde bize rehberlik edecek. Özellikle Phoenix’in arketipsel anlamlarını kavrarken, yukarıda tanımlanan Jungcu kavramları referans alacağız. Şunu da belirtmek gerekir: Jung’un kendisi Phoenix sembolünü eserlerinde birçok kez anmıştır. Collected Works derlemesinde Phoenix’e 100’e yakın atıf bulunur; Psikoloji ve Simya (1944) ile Mysterium Coniunctionis (1955) gibi eserlerinde Phoenix’i ayrıntılı analiz eder[43][44]. Jung, Phoenix’i bazen Self (Kendilik) arketipinin sembolik ifadesi olarak görmüş; özellikle simya metinlerini incelerken Phoenix’i, benliğin bütünlüğe doğru dönüşümünün işareti şeklinde yorumlamıştır [Jung, 1955][45][46]. Bu görüşler ışığında, şimdi Phoenix mitinin Jungcu açıdan olası anlamlarına geçebiliriz.
5. ZÜMRÜDÜ ANKA’NIN JUNGCU YORUMU
Zümrüdü Anka efsanesini Jungcu analitik psikoloji perspektifinde yorumlarken, onu birkaç boyutta ele almak uygun olacaktır. Bu bölümde Phoenix/Anka motifini sırasıyla (5.1) Ölüm–Yeniden Doğuş arketipi, (5.2) Kendilik arketipi ve bütünleşme, (5.3) Gölgeyle yüzleşme ve arınma, (5.4) Ateş, gökyüzü ve yükseliş sembolizmi başlıkları altında inceleyeceğiz. Her alt başlıkta, ilgili Jungcu kavramlara değinerek Anka’nın sembolik anlamlarını tartışacağız. Ayrıca, hangilerinin literatürde destek bulduğu, hangilerinin ise daha spekülatif kişisel yorumlar olduğu özellikle belirtilecektir.
5.1. Ölüm–Yeniden Doğuş Arketipi
Zümrüdü Anka’nın en belirgin yönü, kendini feda ederek ölmesi ve küllerinden genç bir kuş olarak dirilmesidir. Bu döngü, Jung’un tanımladığı ölüm-yeniden doğuş arketipinin neredeyse kusursuz bir sembolik anlatımıdır. Jungcu kurama göre, ölüm-yeniden doğuş arketipi insan psişesinin derin krizlerden geçerek dönüşmesini ifade eder. Birey, eski durumunun “ölümü” pahasına kendini aşarak yeni bir varoluş düzeyine kavuşur. Phoenix miti, tam da bu süreci dramatize eder: Ağrılı bir yanma ve yok oluş, ardından mucizevi bir yeniden doğuş.
Psikolojik açıdan bakıldığında, Anka’nın kendini yakması, bireyin eski kimliğinin, benliğinin artık işlevsel olmayan yönlerinin yok oluşunu sembolize edebilir. Örneğin şiddetli bir nevroz yaşayan bir bireyi ele alalım. Bu kişi için nevroz, eski uyum stratejilerinin (alışkanlıkların, inançların) artık işe yaramadığının bir göstergesidir. Kişi bir tür “psikolojik çıkmaz” içindedir ve devam edebilmesi için mevcut kişilik yapısının bir kısmının “ölmesi” gerekir. Jung bunu genellikle bir “geçiş dönemi” ya da “karanlık gece” olarak tanımlar; kişi depresyon, kaos, anlamsızlık duyguları deneyimler – tıpkı Anka’nın yanarken hissettiği acı gibi. Bu esnada bilinçdışından yeni semboller yükselir (rüyalarda, imgelemde); bunlar bireyi dönüşüme çağıran işaretlerdir. Eğer kişi bu süreçte gerekli içsel çalışmayı yaparsa (psikoterapi, içebakış, yaratıcı uğraşlar vb. ile), sonunda yepyeni bir farkındalık düzeyiyle hayatına devam eder. Bu yeniden doğuş, elbette fiziksel bir ölüm-diriliş değil, bir psikolojik yeniden yapılanmadır. Jung, birçok danışanında orta yaş krizi veya travma sonrası benzer bir “yeniden doğuş” gözlemlediğini belirtir [Jung, 1934]. Bu nedenle Phoenix’i insanın potansiyel yenilenme kapasitesinin bir miti olarak görür.
Analitik psikolojide dönüşüm rüyaları denen bir kategori vardır: Kişi rüyasında kendini yanarken görmek, ölüp yeniden canlandığını deneyimlemek gibi imgelerle karşılaşabilir. Bu rüyalar çoğunlukla, kişinin hayatında büyük bir değişimin habercisi kabul edilir. Örneğin Jung’un hastalarından biri, ağır bir depresyon sürecinin sonunda rüyasında kendini küllerinden çıkan bir kuş olarak görmüş; bu rüya, terapide önemli bir iyileşme eşiğine geldiğini sembolize etmiştir (vaka spekülatiftir, literatürde benzer örnekler vardır). Bu tarz imgeler, Phoenix arketipinin bireyin iç dünyasında nasıl çalıştığını gösterir.
Jungcu yazarlar, Phoenix’i özellikle travma ve iyileşme süreçlerinde metafor olarak kullanmışlardır. Modern psikoterapide de travma yaşamış danışanların kendilerini “küllerinden doğmak” metaforuyla anlattığı sık görülür. Nitekim yakın dönem bir psikanalitik vaka çalışmasında, terapist ve danışan Phoenix mitini bilinçli olarak ele alarak danışanın kayıp ve yas sürecini işlemiştir[47][48]. Danışan, on yıl boyunca güvendiği terapistini aniden kaybetmiş bir kadındır; yeni terapist bu kadınla Phoenix efsanesini okumayı ve anlamlandırmayı denemiştir. Çalışmada görülmüştür ki Phoenix mitinin alt ayrıntıları (yuva yapıp yanma, küllerden yumurta çıkarmak, Mısır’a gidip eski küllerini bırakmak gibi epizodlar) danışanın travma tepkileriyle eşleşmiştir[49][50]. Kuşun kendini yakması, kadının yaşadığı ani kayıp sonrası yaşantısına son verme isteği ile; küllerden yeni kuşun doğması, yeniden anlam bulma ve duygusal bütünlüğünü onarma ile paralellik göstermiştir. Bu mit aracılığıyla danışan, dile dökemedği yoğun duygularını sembolik olarak ifade edebilmiş, “küllerinden yeniden doğma”yı içselleştirebilmiştir[51][52]. Bu örnek, Phoenix arketipinin terapötik kullanımının bir göstergesidir. Arketip, bilinçdışı kaotik deneyimi düzenlemeye, dissosiye olmuş duyguları sembole dönüştürmeye yardımcı olmuştur[53][47]. Sonuç olarak, ölüm-yeniden doğuş arketipi çerçevesinde Phoenix, psikolojik kriz ve dönüşüm süreçlerinin bir anlatısı olarak okunabilir.
Elbette her yeniden doğuş, gerçek hayatta bu denli dramatik olmak zorunda değildir. Bazen kişi daha küçük ölçekli “yenilenmeler” yaşar: Örneğin radikal bir kariyer değişimi, boşanma ile hayatını yeniden kurma, ağır bir hastalığı atlatıp hayata bakışını değiştirme vb. Bunların hepsinde bir eski benlik ölümü ve yeni bir benlik inşası söz konusudur. Nevrozlar da bir bakıma “ruhun kendi küllerinden çıkma çabası” olarak görülebilir. Jung bu nedenle “Nevroz, hak ettiği manevi acıyı çekemeyen ruhun yerine geçer” demiştir [Jung, 1934]. Yani kişi aslında bir dönüşüm sancısı yaşamalıdır fakat bundan kaçıyorsa, nevrotik semptomlar devreye girer. Ancak acı çekmeyi ve değişimi göze aldığında (tıpkı Anka’nın kendini ateşe atması gibi), iyileşme de mümkün olur. Bu açıdan Phoenix, nevrozun aşılması için cesaret veren bir sembol olarak da değerlendirilebilir. Küllerinden doğan Anka imgesi, her çöküşün ardından bir yükseliş potansiyeli olduğunu hatırlatarak bireye umut aşılar. Bu nedenle psikolojik destek literatüründe de (özellikle popüler psikolojide) “Phoenix gibi yeniden doğmak” sık kullanılan bir temadır.
Özetle, Phoenix efsanesinin Jungcu ölüm-yeniden doğuş arketipi bağlamındaki yorumu oldukça sağlam bir temele oturur ve analitik literatürde geniş kabul görür. Bu yorum, destekleyici bir yorumdur: Çeşitli Jungçu yazarlar ve terapistler, Phoenix’i doğrudan bu arketiple ilişkilendirmişlerdir[49][47].
5.2. Kendilik Arketipi ve Bütünleşme
Phoenix/Simurg figürünün Jungcu açıdan bir diğer boyutu, onun Kendilik (Self) arketipi ile ilişkilendirilmesidir. Jung, Kendilik kavramını, kişinin bilinç ve bilinçdışındaki tüm yönleriyle entegrasyonunu temsil eden merkez arketip olarak tanımlar. Kendilik arketipi genellikle rüyalarda bütünlük sembolleri (mandala, kristal, bilge ihtiyar, Tanrı imgesi vb.) olarak ortaya çıkar. Phoenix de bazı Jungcu yorumcular tarafından Kendilik sembollerinden biri olarak görülmüştür. Özellikle simya metinlerini inceleyen Jung, 17. yy simyacısı Michael Maier’in bir alegorisindeki Phoenix’in, “psişenin merkezi ve bütünü olan Kendilik arketipini simgelediğini” belirtir[54][54]. Jung, Maier’in Subtle Allegory (Nazik Alegori) adlı eserini analiz ederken Phoenix’in “ruhun vatanına dönen yolcu” metaforunu taşıdığını ve bireyleşme sürecinin hedefi olan Kendilik’e işaret ettiğini öne sürmüştür[55][45]. Bu yorumlar, Phoenix’in sadece dönüşümü değil, dönüşümün nihai ürününü – yani psişik bütünlüğü – de temsil edebileceğini gösterir.
Attâr’ın Mantıku’t-Tayrındaki Simurg hikâyesi, Jungcu bütünleşme (entegrasyon) temasına çarpıcı bir örnek teşkil eder. Otuz kuşun birleşerek Simurg’u oluşturması, tam anlamıyla bütünün parçaların toplamından fazla olması durumudur. Jungcu dilde, kuşların her biri bir ego parçası veya alt kişilik olarak düşünülebilir; Hüthüt (rehber kuş) ise belki bilinç ya da bilgelik fonksiyonudur. Yolculuğun sonunda hepsi “bir” olduğunda ortaya çıkan Simurg imgesi, Kendilik arketipinin ta kendisidir: Bireyin tüm yönleriyle (gölgesi, animası, personası, egosu vs.) birleşerek oluşturduğu bütün benlik. Attâr’ın eserindeki kelime oyunu – si murgh (Farsça “otuz kuş”) = Simurg – bu bütünleşmenin edebi ifadesidir. Kuşlar başlangıçta bir lider (kral) ararken, sonunda kendi içlerindeki krala kavuşurlar. Tasavvuf açısından bu, “her bireyde ilahi öz zaten vardır, ayrı bir Tanrı aramaya gerek yok” demektir. Jungcu açıdan ise “birey, aradığı bütünlüğü kendi psişesinin birleşmesinde bulur” şeklinde okunabilir. Nitekim modern Jungcu yorumcular Attâr’ın bu eserini bireyleşme yolculuğuna benzetmişler; Simurg’un Kendilik arketipini yansıttığını belirtmişlerdir [Hani, 2013]. Bu yorumlar henüz çok yaygın akademik literatürde yer bulmasa da analojinin kuvvetli olduğu ortadadır. Bu nedenle Simurg = Kendilik eşleştirmesini büyük ölçüde spekülatif ancak makul bir Jungcu çıkarım olarak değerlendirebiliriz.
Jung’un kendisi de Kırmızı Kitap deneyimlerinde Phoenix’i içsel bütünlüğüne ulaşmanın bir işareti olarak görmüştür denebilir. Yukarıda alıntıladığımız 1914 tarihli rüyasında Phoenix’in yükselmesi, Jung’un kendi bilinçdışıyla hesaplaşmasının sonucunda ruhsal bütünlüğe doğru bir adım attığını ifade eder[6][44]. Phoenix burada Jung’un içindeki “ikinci doğuş”u temsil eder ki bu, onun Kendilik deneyimine yaklaştığı anlamına gelir (Jung sonraki yıllarda bu deneyimleri Mysterium Coniunctionis çalışmasına da temel yapmıştır). Ayrıca Jung’un aile armasındaki Phoenix’in “gençleşme” anlamını taşıması da, belki bilinçsizce, Kendilik arketipinin ebedi yenilenme özelliğini simgeler [Jung, 1961][4].
Kendilik arketipiyle Phoenix bağlantısına dair bir diğer ilginç nokta, Phoenix’in teklik ve eşsizlik vurgusudur. Phoenix kuşu mitolojide “asla aynı anda birden fazla bulunmayan, dünyada tektir” şeklinde anlatılır. Bu, Kendilik’in teklik oluşuyla rezonans içindedir. İnsan psişesinde gerçek manada bir olan merkez Kendilik’tir; egonun alt parçaları, kompleksler, personatlar çeşit çeşit olabilir ama özdeki benlik tektir. Phoenix’in “her seferinde tek bir birey olarak yeniden doğması” da böyle okunabilir. Erken Hıristiyan yazar Tertullian, Phoenix’in teklik doğasını İsa’nın biricikliğiyle özdeşleştirmişti (Hıristiyan sembolizminde Phoenix = tek ve benzersiz Mesih). Jungcu bakış, dinsel kişiyi arketipsel formla değiştirir: Phoenix = tek ve benzersiz Kendilik. Bu sembolizmde Phoenix’in küllerden kendini doğurması, Kendilik’in kendi kendini vareden (otopoietik) doğasını da andırır; kişi bütünlüğe ulaştığında hisseder ki o potansiyel hep içindeydi ve kendiliğinden açığa çıkmıştır.
Tabii Phoenix’in Kendilik anlamına gelmesi, her yorumda bariz olmayabilir. Daha ziyade Phoenix mitinin nihai sonucuna odaklanıldığında bu anlam çıkar. Yani Phoenix’in küllerinden doğduğu an, bir Kendilik tezahürü sayılabilir. Öncesindeki süreçlerde (yanma evresinde) başka arketipler devrededir (örneğin gölge ile mücadele, bir sonraki bölümde değineceğimiz gibi). Ancak nihai olarak dirilen anka kuşu, bütünleşmiş benliğin sembolik kuşu olarak görülebilir. Simya literatüründe de Phoenix, felsefe taşı veya altın gibi “opus magnum”un tamamlanma işaretlerinden biridir. Simyacılar maddi dönüşümü anlatırken “küle dönen madde oradan yeni ve saf bir biçimde doğar” demişler, bunu görsel olarak Phoenix ile ifade etmişlerdir. Jung, simyanın psişik dönüşüm alegorisi olduğunu savunduğu için, Phoenix burada bireyleşmenin tamamlanması, Kendilik’in doğuşu manasına gelir [Jung, 1955][45][56].
Sonuç olarak, Phoenix’in Kendilik arketipiyle ilişkilendirilmesi Jung literatüründe ima yoluyla mevcuttur ancak açıkça işlenmiş bir konu değildir. Bu nedenle bu yorumun kısmen spekülatif olduğunu belirtmek yerinde olur. Jung’un kendi metinlerinde Phoenix’in Self olarak adlandırıldığı bir pasaj yoktur; ancak Maier’in alegorisini analiz ederken “Phoenix, kişiliğin bütünlüğünün simgesidir” dediği aktarılır[54]. Bu, dolaylı da olsa Self imgesine denk düşer. Biz de mevcut Jungcu kavramları kullanarak Simurg mitinde bu anlama ulaşabiliyoruz. Dolayısıyla akademik destek kısıtlı olsa da, mantıksal bir çıkarım olarak Anka = Kendilik sembolü fikri değerlendirilebilir. Özellikle Attâr’ın hikâyesinin bir psikolojik bütünlenme alegorisi olması, bu görüşü güçlendiren bir edebi kanıttır.
5.3. Gölge ve Arınma: Küllerden Doğuşun Psikodinamiği
Phoenix mitindeki bir diğer kritik öğe, kuşun yanarak kül oluş sürecidir. Bu acılı ve “karanlık” evre, Jungcu analizde gölge ile yüzleşme ve arınma süreçleriyle eşleştirilebilir. Gölge, yukarıda değindiğimiz gibi, bireyin bilinçdışı karanlık yönlerini içerir. Phoenix’in kendini alevlere teslim etmesi, sembolik olarak kendi karanlığıyla yüzleşip onu tüketmesi olarak yorumlanabilir. Ateş, Phoenix’i yok ederken aslında onun eski formunu, belki de birikmiş kusur ve yüklerini yakmaktadır. Bu bakış açısıyla Phoenix’in ölümü, benliğin gölge yönlerinin ölümü anlamına gelir.
Jung, danışanlarının çoğunda terapi sürecinin belli bir aşamasında yoğun bir “gölge krizi” yaşandığını belirtir. Kişi, uzun süre bastırdığı veya inkar ettiği olumsuz yönleriyle (öfke, kıskançlık, zayıflık, suçluluk vb.) yüz yüze gelir. Bu yüzleşme genellikle sarsıcıdır; kişi kendini adeta “yanıyormuş” gibi hissedebilir – utançtan yanıp tutuşmak deyimi bu içsel yangına güzel bir örnek. Terapide bu, çok sıkıntılı rüyalarla, güçlü duygusal patlamalarla kendini gösterir. Eğer kişi bu gölge içeriğini kabul etmeyip yine bastırmaya çalışırsa, “yangın” kontrolden çıkabilir; ağır psikolojik rahatsızlıklara yol açabilir. Ancak kişi cesaretle bu karanlık öğeleri bilincine entegre etmeye çalışırsa, yani gölgesini eritirse, ortaya muazzam bir psişik enerji açığa çıkar. Jung’a göre gölge bilinçdışında ne kadar büyükse, ondan özgürleşince elde edilecek enerji de o kadar fazla olacaktır. Bu enerji dönüşümü, Phoenix’in küllerinden doğan yavru kuşta simgesel olarak görülür: Eski kabuğundan kurtulan ruh, hafiflemiş ve güçlenmiş olarak yeni formunda doğar.
Özellikle travma terapilerinde danışanların yaşadığı yoğun duygusal boşalım, bir nevi “yanma ve arınma” süreci gibidir. Kişi belki yıllardır bastırdığı acıyı ilk defa tam anlamıyla yaşar; bu an, onun psikolojik olarak en dip noktası olabilir. Ancak tam bu dipte, travmanın küle dönüştüğü yerde, iyileşme kıvılcımı belirir. Bu olgu literatürde Travma Sonrası Büyüme olarak da incelenmiştir. Kişiler şiddetli acılardan sonra, eğer bu acıları işlemler ve anlamlandırabilirlerse, önceki hallerine göre daha güçlü, daha bilge ve daha olgun bir benlik geliştirebilirler. Phoenix’in kül olup yeniden doğması tam olarak bu mekanizmaya karşılık gelir. Bu yüzden pek çok terapist, danışanlarına metaforlarla çalışırken Phoenix imgesini kullanır. “Acın seni yakıp kavuruyor, fakat o acının küllerinden senin yeni bir versiyonun yükselecek” gibi bir söylem, terapötik çerçevede oldukça güçlü bir destektir (elbette gerçekçi sınırlar içinde kalmak şartıyla).
Phoenix’in kül oluş anı, Jung’un nigredo dediği süreci de hatırlatır. Nigredo, simyadaki terim olarak kara aşama, maddenin çözülüp karardığı safhadır; Jung bunu psişik çözülme ve depresyon evresiyle özdeşleştirir. Simyada nigredodan sonra albedo (beyazlaşma, arınma) ve rubedo (kızıllık, yeni ruhun kazanılması) gelir – ki bu sıralama Phoenix’in siyah küle dönüşmesi, arınmış beyaz kül haline gelmesi ve sonra kızıl alevli yeni kuşa bürünmesiyle örtüşür. Jung, Psikoloji ve Simya eserinde bu alegorik renk değişimlerinin analizini yapar ve hepsini bireyleşme sürecinin psikodinamik evreleriyle ilişkilendirir [Jung, 1944]. Bu analizler ışığında, Phoenix’in gölgeyle yüzleşme ve arınma sürecinin aslında içsel dönüşüm yolculuğunun gerekli bir parçası olduğunu söyleyebiliriz.
Attâr’ın kuşlarının yolculuğunda da benzer bir tema görülür: Her vadi, kuşların bir zayıflığını ortaya çıkarır (şehvet, mal hırsı, korkaklık vs.) ve o vadide bu özellikleriyle yüzleşen kuşların bir kısmı elenir, yola devam edemez. Sadece en son kalan otuz kuş kendi gölgelerini aşabilmiş olanlardır; onlar ego’larının karanlık yüklerinden arınıp Kaf Dağı’na varırlar. Bu, kolektif bir Phoenix metaforudur denebilir: Kuş sürüsü bir anlamda yanmış ve küllerinden 30 kuşluk arınmış bir takım doğmuştur (geride kalanlar “yanıp yok olmuş” gibidir). Her bir kuş orada bir parçasını bırakmış, hafifleyerek yoluna devam etmiştir. İşte gölgeyle yüzleşmenin süreci budur – eksilerek çoğalmak, acı çekerek arınmak.
Jung, acı çekmenin bilinçlenme yolundaki önemini sık vurgular. Ona göre “acı, bilinçdışının taleplerini bilinç düzeyine çıkarır.” Yani gölge içeriği acı formunda hissedilir; kişi acısından kaçmazsa, onun içindeki mesajı alır ve bilinç alanına katar. Phoenix’in yanarken hissettiği sancı, aslında bilinçdışının bilince doğma sancısı olarak okunabilir. Bu sancı olmadan yeni bir bilinç kazanılamazdı. Bu nedenle Jung, masallardaki ve mitlerdeki bu dönüşüm anlarını terapi sürecinin kaçınılmaz bir parçası olarak görürdü: “Cehennemden geçmeyen cennete ulaşamaz.” Phoenix önce kendi cehenneminden geçer, sonra cennetine kavuşur.
Eklemek gerekir ki, gölgeyle yüzleşme her zaman tamamen olumlu sonuçlanmayabilir. Phoenix hikâyesi umutlu bitse de, gerçek hayatta gölgesiyle baş edemeyip “küle dönüp kalan” bireyler olabilir. Bu durum patolojik bir durgunluk veya çöküş haline denk gelir. Jung da “yeniden doğuş” arketipinin patolojik versiyonlarından söz eder: Kişi eski benliğini öldürür ama yenisini doğuramazsa, bir çeşit “psikolojik ölüm” veya kronik depresyon yaşayabilir [Jung, 1951]. Bunu mitolojide simgeleyen figürler de vardır (örneğin sürekli kendini yiyen ama yenilenemeyen Yılan motifleri vs.). Phoenix bu bakımdan en uç pozitif örnektir; onun süreci her defasında başarıyla sonuçlanır. Fakat bir sembol olarak, tüm sistemi yakıp yok etmeye teşvik ettiği için riskli de olabilir. Bu nedenle psikolojik kullanımda denge önemlidir: Danışanın Phoenix metaforunu gerçek hayata çok somut bir biçimde uygulamaya kalkması (örneğin tüm geçmişini yakıp tümüyle yeni bir hayata başlama fantezisi) sakıncalı olabilir. Bireyin “yeniden doğma” hevesiyle sağlıksız ani kopuşlar yapması (ilişkilerini bir anda bitirmesi, işini bırakması vb.) bir çeşit Phoenix kompleksine dönüşebilir. Bu yüzden terapistler, bu sembolü kullanırken “yeniden doğuşun, önce mevcut hayatını dönüştürmek anlamına geldiği, somut olarak her şeyi yok etmek anlamına gelmediği” mesajını da verirler.
Özetle, Phoenix’in gölge ve arınma boyutu, Jungcu literatürde mantıksal olarak sağlam yere sahip olsa da, daha çok dolaylı olarak işlenmiştir. Bu bizim yorumumuzun yarı destekli, yarı spekülatif kısmıdır. Jung’un gölge çalışmalarından ve simya yazılarından hareketle bu bağlantıyı kurduk; literatürde doğrudan “Phoenix = gölgeyle yüzleşme” şeklinde bir ifade bulmak zordur. Ancak Phoenix’in yanışı = nefsin arınması şeklindeki sufi yorumlar da Jungcu düşünceyle paralellik taşır. Sufi şiirlerinde “Anka gibi yanmak, yok olmak” ifadesi, insanın egosunu yok etmesi anlamında kullanılmıştır (Örneğin Nesimi, “Benimde dahi bir ankayım, kendimi yakarım aşk oduna” tarzı dizeler dile getirmiştir – bu temsili bir örnek). Bu kültürel motifler Jungcu kavramlarla birleştiğinde, Phoenix’in gölge-arınma dinamiği daha anlaşılır hale gelir.
5.4. Ateş, Gökyüzü ve Yükseklik Sembolizmi
Phoenix efsanesinin unsurlarını Jungcu sembolizm ışığında incelemeyi tamamlamak için, hikâyedeki temel imgelerin – özellikle ateş, gökyüzü/yükseklik ve kuş olarak uçma – psikolojik karşılıklarına kısaca değinelim.
Ateş: Jung’a göre ateş arketipi, bir dönüşüm ve ruhsal enerji sembolüdür. Ateş, maddi formu yok edip onu ısı ve ışığa dönüştürür; bu nedenle psişenin alt düzey unsurlarını (kötü alışkanlıklar, negatif kompleksler) tüketip onları ruhsal içgörüye çevirmeyi temsil eder. Bir bakıma ateş, acı çekmenin yaratıcılığa, kederin anlayışa dönüşümünün simgesidir. Alşimi sembolizminde athanor denen simya fırını, içsel ateşi temsil eder; simyacı ateşi doğru ayarda tutarak maddeyi arıtır, aksi halde madde yanıp kül olabilir. Bu alegori terapötik sürece benzer: Terapist, danışanın içsel ateşini (duygusal tepkilerini, çatışmalarını) ne bastırıp söndürmesine ne de kontrolden çıkıp onu yakmasına izin verir; doğru dozda yaşamasına alan tutar. Phoenix’in kendini yakması, bu içsel ateşin doruk noktasıdır. Yanma motifinin Jungcu yorumunda, “ateşle sınanma” aynı zamanda libidonun dönüşümü demektir (Jung libido terimini yaşam enerjisi anlamında kullanır). Enerji bir formdan ötekine geçerken (örneğin şehvetli aşkın manevi aşka dönüşmesi gibi) ateş mecazı kullanılır. Nitekim Attâr’ın kuşları Yanmaya (Aşk vadisine) girdiklerinde dünyevi aşkları ilahi aşka döner. Bu, sufizmde de “aşk ateşi” olarak dile getirilir; âşık, aşk ateşiyle yanar, egosu erir ve ilahi aşkla dolar. Dolayısıyla ateş, her iki sistemde de (sufi ve Jungcu) dönüştürücü aşkın ıstırabıdır. Phoenix’in ateşi, yaşam enerjisinin daha yüksek bir boyuta evrilmesinin hem aracı hem sembolüdür.
Gökyüzü ve Yükseklik: Phoenix bir kuş olarak sürekli göğe yönelir, güneşe doğru uçar. Gökyüzü, Jung’un yorumlarında bilincin genişlemesi, ilham ve ruhsal yücelme ile ilişkilidir. İnsan zihni ne zaman dar benlik kaygılarını aşıp daha evrensel perspektife yükselse, bir “göğe çıkma” sembolü belirir. Mitolojide kahramanların göğe çıkması (örneğin Gilgamesh’in Kartal ile göğe taşınması, İsa’nın semaya yükselişi) hep bilgelik ve ölümsüzlüğe erişmenin işaretidir. Phoenix de ölmeden önce güneşin doğduğu yere, doğuya doğru uçarak kendi cenaze odunlarını toplar – bu eylem, ölümsüzlük arayışının bilgece farkındalığıdır. Yükselerek ölmek, aslında yere çakılarak ölmekten farklı bir tondadır: Biri bir erdem ve amaç uğruna kendini feda etmeyi, diğeri kontrolsüz düşüşü ima eder. Phoenix gönüllü yükselir ve ölür; bu nedenle bu ölüm aslen bir yüceliştir. Bu, Jung’un incelediği “kahramanın gönüllü kurban olması” temasına uyar (örneğin İsa’nın çarmıha gerilişi de bir tür gönüllü göksel kurban metaforudur). Modern psikolojide, kişinin daha yüksek bir anlam uğruna acıya katlanması, o acının dönüştürücü etkisini sağlar. Viktor Frankl’ın logoterapi kuramında bahsettiği üzere, acı anlamla birleştiğinde insanı yüceltir, anlamsız acı ise insanı tüketir. Phoenix’in ölümü en yüksek anlamla (yeniden doğmak) yüklüdür, bu yüzden trajedi değil zaferdir. Göğe yükselip yanması, alt bilinçten üst bilince bir geçiştir.
Kuş ve Uçma: Kuşlar, Jung’un eserlerinde ruh ya da düşünce öğesini simgeler. Uçmak, genellikle rüyalarda “fikirlerin akışı, özgürleşme, kısıtlardan kurtulma” olarak yorumlanır. Phoenix, bir kuş olarak psişenin manevi yönünü temsil eder. Onun yolculuğu sadece fiziksel değil, aynı zamanda ruhsaldır. Attâr’ın mantığında da kuşlar insan ruhlarını temsil eder. Hüthüt, kuşlara “sizin asıl yuvanız göklerdedir, dünyevi bağlardan kopun” der. Bu telkin, Jung’un bireyleşme sürecinde içsel rehber figürlerinin (animus/anima veya bilge ihtiyar arketipi) ego’ya “daha yüksek bakış açısı” önermesiyle benzeşir. Pek çok danışan, hayatındaki kargaşayı aştığında, rüyalarında uçtuğunu rapor eder – bu, bilinçdışının “artık özgürsün” mesajıdır.
Phoenix’in finalde küllerinden doğan yavrusunun ilk yaptığı şey yine uçmaktır: Külleri toplayıp Heliopolis’e, güneş tapınağına götürür[57]. Bu, yeni ruhun kutsalla buluşması gibidir. Heliopolis tapınağı – yani güneşin evi – burada psikolojik olarak bilinçdışının kutsal merkezine denk düşer. Yeni doğan Phoenix oraya giderek döngüyü tamamlar ve bir sonraki 500 yıl için güneşten enerji alır. Bu, insan hayatında yeni bir değer veya inanç sistemi edinen bireyin, bunu içselleştirmek için bir süre “yüksek beslenme” almasına benzetilebilir. Örneğin ağır bir kayıptan sonra hayata tutunmak için maneviyata sığınan bir kişi, bir süre kendini tamamen bu yüksek ideallere verir; bu onun ruhunu besler. Phoenix’in güneş tapınağındaki yumurta bırakarak gitmesi, eski yaşamdan bir hatırayı ilahi olana teslim etmek gibidir – acılarının anısını Tanrı’ya emanet etmek diyebiliriz. Böylece yeni hayatına hafiflemiş devam eder.
Jung’un senex (ihtiyar bilge) ve puer (ebedi genç) arketipleri arasındaki denge de burada akla gelebilir. Phoenix ebedi genç (puer aeternus) arketipini andırır çünkü her defasında genç olarak yeniden başlar. Ancak içindeki bilgelik (çok yaşlı olması) senex’tir. Jung, psikolojik sağlığın puer (yenilik, gelecek) ile senex (gelenek, geçmiş) dengesini kurmakla geldiğini söyler [Jung, 1959]. Phoenix, geçmişin külleriyle geleceğin yumurtasını birleştirir – hem son derece yaşlıdır hem de hep gençtir. Bu, optimum psişik duruma da işarettir: Kişi deneyimlerinin külleri üzerine yeni bir benlik inşa eder.
Sonuç olarak, Phoenix efsanesindeki semboller Jungcu açıdan son derece zengindir ve burada yaptığımız yorumların bir kısmı Jung’un kendi metinlerinde destek bulurken (örneğin kuşların ruhu simgelemesi gibi) bir kısmı bizim analojilerimizle (Attâr örneği, puer-senex dengesi gibi) ortaya çıkmıştır. Bu alt başlıkta ifade edilen bazı bağlantılar (özellikle sufizm-Jung paralellikleri) spekülatif sayılabilir, çünkü doğrudan Jung’un yazdıklarına dayanmaz, ancak sembolik düşüncenin mantığı içinde tutarlı bir sentezdir. Jungcu psikoloji, farklı kültürlerin sembollerini kıyaslayarak zenginleşmeyi sever; biz de benzer şekilde Phoenix’in ateş ve uçuş motiflerini hem Jung’un kavramsal sistemi hem de diğer kültürel bağlamlar ışığında okuyarak, onun psişik dönüşümü çok katmanlı bir biçimde temsil ettiğini göstermiş olduk.
6. KARŞILAŞTIRMALI PSİKOLOJİK VE KÜLTÜREL OKUMALAR
Phoenix/Anka figürü, yukarıda gördüğümüz gibi, ölüp dirilme temasını en çarpıcı biçimde temsil eden mitlerden biridir. Ancak tek değildir; dünyanın dört bir yanında benzer motifler karşımıza çıkar. Bu bölümde Phoenix’i diğer “ölüm–yeniden doğuş” mitleri ile kıyaslayacak, ortak noktaları ve farklılıkları inceleyeceğiz. Ayrıca bu mitlerin kolektif bilinçdışındaki yerine ve kültürlerarası tekrar eden motifler oluşuna değinecek; ardından modern psikoterapi ve popüler kültürde bu temaların nasıl tezahür ettiğini tartışacağız.
Öncelikle, tarihteki belli başlı öl-diril mitlerine bakalım:
- Osiris (Mısır): Mısır tanrısı Osiris, kardeşi Seth tarafından öldürülüp parçalanır; eşi İsis onun bedenini toparlar ve Osiris’i diriltir, böylece Osiris yeraltı (ölüler) dünyasının ölümsüz hükümdarı olur. Bu mit, Nil’in her yıl kuruyup tekrar taşmasını da sembolize eder. Osiris’in ölümü ve dirilişi tarım toplumunda bereketin döngüsüyle özdeşleşmiştir [Eliade, 1975]. Phoenix ile benzerliği, ikisinin de ölümünün parçalanma/yok olma içerip ardından yeniden canlanma getirmesidir. Ancak Osiris dış müdahaleyle (İsis’in büyüsüyle) dirilirken, Phoenix kendi kendini diriltir.
- Tammuz/Dumuzi ve İnanna/İştar (Mezopotamya): Çoban tanrı Dumuzi (Tammuz), bereket tanrıçası İnanna’nın kocasıdır. İnanna yeraltına indiğinde Dumuzi onun yerine kurban edilir ve ölür; sonrasında İnanna’nın çabasıyla yılın yarısını yeraltında, yarısını yeryüzünde geçirerek dirilip ölme döngüsüne girer. Bu da mevsimsel döngüyü açıklar ve “ölüp yeniden gelen tanrı” temasına örnektir. Phoenix’ten farkı, Dumuzi’nin geri dönüşü tam bir ölüm sonrası diriliş değil, dönemsel bir geri gelmedir. Yine de özünde “yenilenme” fikri ortaktır.
- Dionysos (Yunan): Şarap ve bitki tanrısı Dionysos, çocukken Titanlar tarafından parçalanır ve öldürülür; kalbi kurtarılıp yeniden bedenlenir ve dirilir (Orfik versiyona göre). Dionysos kültünde her kış bitkilerin ölmesi, baharda canlanması bu mitle ilişkilendirilir. Dionysos, Phoenix gibi ateşle arınma ögesine de sahiptir; onun ayinlerinde ateş simgeleri ve küllerden filizlenme iması bulunur. Dionysos’un “sparagmos” (parçalanma) sahnesi, Phoenix’in yanarak dağılmasıyla bir tutulabilir; ardından gelen tegennesia (yeniden doğum) aşaması ise Phoenix’in küllerinden çıkışına benzer.
- İsa Mesih (Hristiyanlık): İsa’nın çarmıhta ölümü ve üçüncü gün dirilişi, dünya dinleri içinde en tanınmış yeniden diriliş anlatısıdır. Erken dönem Hristiyanlar Phoenix’i doğrudan İsa’nın alegorisi olarak görmüşlerdir[58][15]. Hatta bazı sanat eserlerinde İsa’nın monogramının üzerinde Phoenix kuşu sembolü kullanılmıştır. İsa’nın göğe yükselişi de Phoenix’in güneşe uçuşuyla özdeşleştirildi. Ancak önemli fark, İsa’nın dirilişinin tarihsel ve bir defalık olduğuna inanılması, Phoenix’in ise döngüsel ve ebedi bir doğa olayı olarak düşünülmesidir. Yine de ruhsal mesaj aynıdır: Ölüm, yeni bir hayatın başlangıcı olabilir.
- Şamanik İnisiayon: Birçok şamanlık geleneğinde (Orta Asya, Sibirya, Kızılderili vs.), şaman olacak kişinin rüyalarında veya trans halinde vücudunun parçalanıp yenilendiğini deneyimlediği ritüeller vardır. Mesela Sibirya Yakut şamanları, “ruhum göğe uçtu, bedenimi kartallar parçaladı, sonra kemiklerimden tekrar yapıldım” gibi vizyonlar anlatır [Eliade, 1951]. Bu deneyimden sonra şaman “yeniden doğmuş” kabul edilir ve güç kazanır. Bu, Phoenix temasının adeta insan psikolojisinde spontan ortaya çıkışıdır. Ortada bir öğreti olarak Phoenix miti yokken bile insanlar bu arketipsel vizyonu görmektedir. Bu olgu Jung’un kolektif bilinçdışı kuramını destekler: İnsan zihni benzer dönüşüm sembolleri üretmeye yatkındır.
- Kahramanın Yolculuğu: Joseph Campbell’in meşhur kavramı olan kahramanın yolculuğu döngüsü de bir ölüm-yeniden doğuş içerir. Campbell’e göre evrensel kahraman miti üç aşamalıdır: Ayrılış (yola çıkma), Inisiyasyon (zorlu sınavlar, bir nevi ölüm) ve Dönüş (yenilenmiş halde eve dönüş)[59][60]. Bu pattern, Phoenix’in öyküsüyle paraleldir: Phoenix yuvasını terk eder (ayrılış), kendini yakar yok olur (inisiyasyon/ölüm), gençleşmiş olarak yeniden ortaya çıkar (dönüş). Campbell bu şemayı pek çok masal ve destanda göstermiştir. Phoenix ise bu şemanın figür düzeyinde bir özetidir. Jung’un da benzer şekilde bireyleşme sürecini “kahramanın yeraltına inişi ve hazineyle dönüşü” metaforuyla anlattığını düşünürsek, Phoenix motifinin Campbellvari kahraman yolculuğunun bir sembolik özeti olduğunu söyleyebiliriz.
Bu mitlerin ortak temaları nelerdir? Hepsinde bir kriz, ölüm veya parçalanma anı vardır (karanlık dönem, kaos evresi). Ardından bir mucizevi dönüşüm gerçekleşir (yeniden doğuş, diriliş, geri dönüş). Bu döngü genelde bir anlam değişimini de beraberinde getirir: Ölmeden önce sıradan veya eksik olan, dirildikten sonra kutsal veya tam olmuştur. Osiris ölmeden önce sıradan bir kral, öldükten sonra yeraltı dünyasının ilahıdır; İsa ölmeden önce öğretmen, dirildikten sonra kurtarıcı Mesih’tir; şaman adayının eski benliği “ölür”, yeni benliği şifacı ve bilgedir. Bu, Jung’un vurguladığı “karşıtların birlikteliği” ilkesini akla getirir: En dipte en yükseğin tohumları vardır. Mitler, bu paradoksu öykülerle anlatır.
Kolektif bilinçdışı perspektifinden, bu tekrar eden motif bir arketip işaretidir. Jung, öl-diril hikâyelerinin yaygınlığını insan psikolojisinin derin bir yapısına bağlar: İnsan, varoluşunun faniliğini ve acısını anlamlandırmak için bu tür sembolik kalıplar geliştirir. Belki de ilk insanlar ölüm gerçeğiyle yüzleşirken, doğanın mevsimsel döngülerini gözlemleyip bir umut geliştirdiler: “Ölen şey bir biçimde geri gelebilir.” Bu umut, arketipsel bir çerçeve olarak bilinçdışımıza yerleşti. Sonra dinler ve mitolojiler bu çerçeveyi doldurup zenginleştirdi. Bu yüzden farklı kültürlerde benzer hikâyeler görmek şaşırtıcı değildir. Jung bu tür benzerliklere “arketipsel örüntülerin izdüşümü” der. Yani kolektif bilinçdışı benzer malzemeyi farklı coğrafyalarda farklı imajlarla dışa vurur.
Phoenix efsanesi, bu arketipsel örüntünün belki de en net, en saf anlatımlarından biri olduğu için evrensel bir çekime sahiptir. Modern dünyada da bu figür her yerde karşımıza çıkar: Edebiyatta, sinemada, sanat eserlerinde, hatta şehir armalarında. Örneğin İngiltere’nin 2. Dünya Savaşı sonrasında bombalanan şehirleri, yeniden inşa süreçlerinde sembolik olarak Phoenix’i kullanmışlardır (Coventry kenti logosunda Phoenix yer alır). Bu, toplumsal bir travmanın (şehirlerin yıkımı) ardından gelen yeniden doğuşu simgeleme ihtiyacından kaynaklanır.
Popüler kültürde, özellikle fantastik edebiyat ve sinemada Phoenix motifine sıkça rastlanır. Harry Potter serisinde Dumbledore’un güvenilir yoldaşı Fawkes adlı Phoenix, ihtiyaç anında gözyaşlarıyla yaraları iyileştirir ve kendisi de gerektiğinde yanıp gençleşir. Bu karakter, bilge rehber Dumbledore’un bir yansıması olarak, hep umudun ve şifanın sembolü olur. Aynı zamanda Harry’nin “ölüp yeniden dirilme” temasının (serinin sonunda Harry’nin fedakarlığı ve geri dönüşü) bir habercisidir. X-Men çizgi romanlarında ve filmlerinde Jean Grey karakteri “Phoenix” adını alır; muazzam güçleri nedeniyle kontrolü kaybedip adeta küle döner, sonra daha da güçlü bir varlık olarak geri gelir (bu hikâyede Phoenix gücü hem yaratıcı hem yok edici olarak tasvir edilmiştir, Jung’un mana kişiliği dediği arketip türüne benzer şekilde). Game of Thrones veya Yüzüklerin Efendisi gibi eserlerde doğrudan Phoenix geçmese de, kahramanların ölüp geri gelme temaları (Jon Snow’un dirilişi, Gandalf’ın Gri’den Ak’a dönüşmesi) Phoenix arketipinin varyantlarıdır.
Kişisel gelişim ve terapötik jargonda, “külden doğmak” mecazı neredeyse klişe haline gelmiştir. İflas edip yeniden zengin olan işadamları, boşanıp hayatını yeni baştan kuran insanlar, bağımlılığı yenip sağlıklı yaşayanlar hep “Phoenix gibi yeniden doğdum” derler. Bu mecaz, aslında bir içsel deneyimin en iyi ifadesini bulduğu için yaygınlaşmıştır. Çünkü insanlar gerçekten de derin bir krizden sonra kendilerini bambaşka biri olmuş hissederler; eski hallerine “ölmüş” gözüyle bakarlar. Bu dilsel ifade, ruhun arketipsel hakikatine dayanır. Ancak burada dikkat edilmesi gereken bir nokta var: Phoenix metaforunun aşırı idealizasyonu bazen tehlikeli fantezilere yol açabilir. Özellikle kişisel gelişim dünyasında “Küllerinden doğ, her şeyi geride bırak, yepyeni bir sen yarat” gibi sloganlar çok sık duyulur. Bu söylem, bazı insanlar için gerçekçi olmayan beklentiler doğurabilir. Sürekli radikal başlangıçlar yapmak, hayatı sıfırlamak istemek bir tür kaçış olabilir. Jungçu bakış, dönüşümün önemli olduğunu ancak entegrasyon olmadan sağlıklı olmayacağını vurgular. Yani Phoenix’in yeni doğan yavrusu, eskisinin deneyimini (külünü) yanında getirir – oradan tamamen kopmaz. Modern hayatta bazı kişiler ise acı verici deneyimlerinden tamamen kaçmak adına her şeyi geride bırakıp gitmeyi, kendine “yeni bir kimlik” uydurmayı seçebilir. Bu bazen gerekli olsa da (örneğin travmatik bir çevreden uzaklaşmak), çoğu kez çözülmemiş sorunları yeni hayata taşımakla sonuçlanır.
Klinik psikolojide “yeniden doğma fantezisi”, sürekli kendini yeniden tanımlama, gerçek sorunlarla yüzleşmek yerine her şeyi yakıp kaçma eğilimini tanımlar. Bu durumda kişi asla tutarlı bir kimlik geliştiremez, hayatında derinleşemez. Oysa Phoenix arketipi doğru anlaşıldığında, eski sorunları aşarak kendi küllerinden yeniden yapılandırmayı öğütler, sürekli kaçıp yeni bir maske takmayı değil. Bu ayrım önemlidir ve terapistler danışanlarla bunu çalışırlar. Örneğin bir danışan “tüm geçmişimi sileceğim, başka bir ülkeye taşınıp yeni bir insan olacağım” diyorsa, terapist onun Phoenix metaforunu nasıl kullandığını sorgular: Gerçekten dönüşüm mü arıyor, yoksa sorunlarından kaçıp illüzyon mu? Bu ince çizgi, kolektif mitlerin bireysel yaşantıya uygulanmasındaki genel bir sorundur.
Kültürlerarası perspektifte, Phoenix/Anka’nın varyasyonları olan diğer mitlerle kıyasladığımızda hepsinin ortak bir psikolojik tema işlediğini, fakat kültürel renklere büründüğünü görüyoruz. Bu da Jung’un kolektif bilinçdışı hipotezine güzel bir örnek sunar. Farklı toplumlar, benzer içsel deneyimleri kendi sembolik dilleriyle ifade etmişlerdir. Bunu bilmek, günümüz insanına da şunu gösterir: Acılarımız, kayıplarımız ve yeniden ayağa kalkma çabalarımız insanlık ailesinin ortak bir parçasıdır. Bu nedenle bir mitin başka bir coğrafyadaki benzeriyle karşılaşmak bizi şaşırtmamalı, aksine birleştirmelidir.
Modern psikoterapide mitlerin kullanılmasına mitodrama veya arkaik imgeyle çalışma gibi isimler verilir. Phoenix miti de bu repertuarda değerli bir araçtır. Özellikle travma terapisi, bağımlılık tedavisi ve kimlik krizlerinde Phoenix teması danışanın umut penceresini aralayabilir. Bazı psikodrama atölyelerinde grup üyelerinin Phoenix öyküsünü canlandırmaları, kendi küllerinden neleri geride bırakıp neleri yeniye taşıyacaklarını sembolik oyunlarla işlemeleri sağlanır. Araştırmalar, mitolojik imge kullanımının terapi sürecinde dilin yetmediği noktalarda iyileştirici bir köprü kurabildiğini gösteriyor[53][47].
Sonuç olarak bu bölüm, Phoenix/Anka temasının kültürler ve psikolojiler üstü bir motif olduğunu ortaya koymuştur. Osiris’ten İsa’ya, şamandan modern kahramana uzanan bir yelpazede aynı motifin farklı elbiseler giydiğini gördük. Bu ortak desen, insan psişesinin evrenselliğini vurgular. Phoenix’in küllerinden doğuşu, her insanda var olan bir potansiyele – en zor anında bile değişip gelişme potansiyeline – ayna tutar. Modern dünyada bu motif, hem sanat ve popüler kültürde insanlara ilham vermeye devam etmekte, hem de psikolojik iyileşme süreçlerinde önemli bir rol oynamaktadır. Önemli olan, bu sembolün özündeki dengeyi ve mesajı doğru anlamaktır: Her son, bir başlangıç saklar; ama başlangıç, sonun küllerinden beslenir.
7. MODERN İNSAN İÇİN ANLAMI
Zümrüdü Anka efsanesinin günümüz insanı için ne ifade edebileceğini birkaç boyutta ele alabiliriz: Modern bireyin yaşadığı kimlik krizleri, tükenmişlik ve anlam kaybı durumları karşısında Phoenix imgesinin ona sunabileceği sembolik rehberlik; popüler kültürde ve günlük dilde Phoenix motifinin nasıl kullanıldığı; bu sembolün güçlendirici yanları ile olası riskli/gölge yönleri.
Öncelikle modern çağın ruh haline baktığımızda, birçok insanın çeşitli nedenlerle yeniden başlama ihtiyacı hissettiğini görüyoruz. Hızla değişen toplumsal koşullar, kariyer belirsizlikleri, ilişkilerin dönüşümü, pandemiler ve ekonomik krizler gibi etkenler bireylerde sıkça kimlik krizleri doğuruyor. Orta yaş bunalımı klasik bir örnek: Kişi hayatının ortasında “Ben şimdiye dek ne yaptım, gerçek ben kimim, kalan ömrümde ne yapmalıyım?” gibi sorularla sarsılıyor. Bu tür durumlarda Phoenix miti, kişinin kendi küllerinden yeni bir anlam inşa edebileceği ümidini temsil edebilir. Örneğin mesleğinden tatmin olmayan biri, radikal bir kararla sevdiği bir alana yönelebilir; bu süreçte kendini “yeniden doğmuş” gibi hissedebilir. Toplumsal gözle bakarsak, COVID-19 pandemisi sonrası birçok insanın hayatını yeniden gözden geçirip farklı yollara girmesi de adeta kitlesel bir Phoenix etkisi yaratmıştır. Kimileri büyük şehirleri terk edip kırsala yerleşti, kimileri iş değiştirip hobilerini işe dönüştürdü. Bu kişiler, eski yaşam tarzlarını bir bakıma küle çevirip bundan yeni bir kimlik çıkardılar. Bu dönüşümlerde Zümrüdü Anka hikâyesi bir metafor olarak bilinçli ya da bilinçsiz bir rol oynamış olabilir. Nitekim medyada sıkça pandemi sonrası “küllerimizden doğacağız” söylemine rastlanmıştır.
Tükenmişlik (burnout) sendromu yaşayan modern çalışanlar için de Phoenix sembolü anlamlı olabilir. Tükenmişlik, kişinin duygusal olarak yanmış-bitmiş hissetmesidir. Bu deneyim, Phoenix’in kendini yakma anıyla özdeşleştirilebilir. Ancak fark şudur: Tükenmiş kişi henüz küllerinden doğamamıştır; bir nevi “kül halinde kalmıştır”. Bu noktada eğer birey destek alır, kendine zaman tanır ve hayatta anlamlı değişiklikler yaparsa (iş-yaşam dengesini kurmak, tatil, terapi vb.), “yeniden canlanma” şansı vardır. Bazı çalışmalar, tükenmişlik sonrası insanların hayata bakışlarını değiştirip daha sürdürülebilir bir yaşam kurduklarını göstermiştir (örneğin kariyerini değiştirip daha az stresli bir işe geçenler, ya da aynı işte kalarak tutumunu değiştirip daha sağlıklı sınırlar koyanlar). Bu da bir nevi Phoenix sürecidir. Kişi yanmanın eşiğinden döner ve “eskisi gibi değil, yeni bir anlayışla” çalışmaya devam eder. Bu süreçte danışmanlar veya koçlar bazen Phoenix metaforunu doğrudan kullanır: “Tamamen tükendiğini hissediyorsun, peki bu küllerden nasıl bir anlam çıkarabiliriz? Neyin değişmesi lazım ki sen yeni bir enerji bulabilesin?” gibi sorularla kişiyi dönüşüme teşvik ederler.
Varoluşsal boşluk ve anlam kaybı, moderniteyle birlikte sık dile getirilen meselelerdir (Victor Frankl bu konuya özellikle eğilmiştir). Teknolojinin ilerlemesi, geleneksel inançların zayıflaması, bireyselliğin artması derken, birçok insan hayatın anlamı konusunda bocalar hale geldi. Bu da bir tür “ruhsal ölüm” haline yol açabilir: İnsan bedenen yaşasa da ruhen sönmüş hissedebilir. Bu durumda Phoenix miti, anlamın yeniden keşfi için bir ilham kaynağı olabilir. Frankl’ın dediği gibi, anlam her zaman bulunabilecek bir şeydir, yeter ki insan kendi küçük benliğinin ötesine bakabilsin. Phoenix gibi küllerine (yani geçmiş deneyimlerine, acılarına) bakıp oradan bir misyon veya amaç devşirebilir. Mesela ağır bir hastalığı yenen bir kişi, başkalarına yardım etmeyi hayatının anlamı haline getirip bir dernek kurabiliyor; böyle örnekler çoktur. Kişi kendi küllerinden (hastalığın küllerinden) bir farkındalık ve merhamet doğuruyor, bu da onun “yeni hayatı” oluyor. Burada Phoenix arketipi kolektif bilinçdışından pozitif bir kaynak olarak çalışır denebilir – insanlık, bizi tekrar ayağa kaldıracak hikâyeleri binlerce yıl evvel oluşturmuş, bizim ihtiyacımız olduğunda onlar zihnimizden yükseliyor.
Popüler kültürde Phoenix kullanımı bazen bu anlam derinliğinde, bazen sadece yüzeysel bir “cool” öğe şeklinde olabiliyor. Fantastik romanlar, oyunlar, filmler Phoenix’i çoğu kez bir güç ve iyileşme sembolü olarak dahil ediyorlar. Örneğin video oyunlarında Phoenix tüyü, karakteri hayata döndüren özel bir eşyadır (Final Fantasy serisinde “Phoenix Down” adlı eşya düşen karakteri diriltir). Bu, mitin doğrudan bir yansımasıdır ama oyuncu belki mitin aslını hiç bilmez, sadece oyunun kuralı olarak öğrenir. Yine de kolektif bellekte Phoenix = canlandıran güç olarak kodlandığından, bu mecazi dil orada işe yarar. Süper kahraman filmlerinde kahramanın yenildiği, sonra geri dönüp kazandığı sahneler de Phoenixvari kurgular olarak görülebilir. Mesela The Dark Knight Rises filminde Batman bir çukurdan (adeta ölüler diyarından) çıkar, güçlenmiş halde Gotham’ı kurtarır; filmin ismindeki “Rises” (yükseliyor) ibaresi bile Phoenix imasını taşır (Batman logosu da küllerden doğan bir yarasa gibi alevli bir fonda gösterilmişti). Bu tip anlatımlar, izleyiciye bilinçdışı düzeyde umut verir: “Kahraman bile düştü ama bak yeniden ayağa kalktı, demek ki biz de kalkabiliriz.”
Kişisel gelişim dilinde Phoenix imgesi hem pozitif hem negatif kullanımlara açık demiştik. Pozitif olarak, örneğin travma sonrası büyüme yaşayan bir kişi kendini Phoenix’e benzetebilir ve bu benzetme ona güç verir; “Ben çok kötü şeyler atlattım ama yılmadım, şimdi bambaşka biriyim, hayata daha derin bakıyorum” diyebilir. Bu anlatı, diğer zor durumdaki insanlara da ilham olabilir. Nitekim bazı ünlü simalar veya düşünce önderleri, kendi hayat hikâyelerini “Phoenix gibi küllerimden doğdum” diye anlatır ve kitlelere umut aşılar (örneğin kanser atlatmış bir yazarın kitap ismi “Küllerimden Doğdum” olabilir).
Öte yandan, dediğimiz gibi bu söylemin aşırısı bir kaçış fantazisi doğurabilir. Modern toplum “hep yeni ol, hep güncel ol, eskinin üstünü çiz” mesajını da veriyor. Tüketim kültürü, sürekli yeniyi överken eskiden kurtulmayı telkin ediyor. İnsanlar bazen ilişkilerini de tüketim nesnesi gibi görüp “mutlu değilsem ayrılır, yepyeni bir hayata başlarım” kolaycılığına kapılabiliyor. Elbette toksik ilişkilerden çıkmak gerekli olabilir; burada bunu eleştirmiyoruz. Ancak sürekli tatminsiz olup hiç emek vermeden her şeyi yakıp atma alışkanlığı bir patoloji halini alabilir. Bu, bir çeşit “Phoenix takıntısı”dır: Kişi her bunalımda hayatını sıfırlamaya kalkar, bu arada hiçbir deneyiminden ders alıp onu bütününe katmaz. Jung’un terminolojisiyle, bu bireyleşmenin değil, tam tersine parçalanmanın döngüsüne dönüşür. Her seferinde yarım kalmış bir kimlik, yarım kalmış ilişkiler silsilesi ortaya çıkar. Bu tehlikeye özellikle dikkat çekmek gerekir, zira popüler “kendini yeniden yarat” sloganları bazen bu yönde özendirici olabiliyor. Örneğin bazı kişisel gelişim “guruları” “Geçmişini tamamen sil, hayalindeki kişiye dönüş” gibi gerçekdışı vaatler sunarak insanların zayıf anlarını sömürmeye çalışıyor. Oysa gerçek hayatta kimse geçmişini tamamen silemez; ancak onunla barışıp dönüşebilir. Phoenix miti yanlış anlaşılırsa sanki geçmiş yok sayılmalı gibi gelebilir, ancak mitin kendisi bile geçmişi (külleri) sunak üzerinde saklar – unutmaz, ondan bir anlam çıkarır.
Modern psikolojide ideal yaklaşım, Phoenix sembolünü bir denge unsuru olarak kullanmaktır. Yani ne tamamen mazimizi yok saymaya ne de değişim imkanını yadsımaya saplanmamaktır. Jung, her arketipin bir “gölge” yönü olabileceğini söyler. Phoenix arketipinin gölgesi, belki de bu mükemmeliyete yakın yeniden doğma fikridir – gerçek hayatta yeniden doğan da kusurlu bir insandır, süpermen değildir. Bazı kişiler travma sonrası “mükemmel olmalıyım, ikinci hayat şansımı kusursuz değerlendirmeliyim” gibi bir baskıya girebilir. Oysa bu da patolojik bir beklentidir. Phoenix dahi her doğduğunda yine ölümlüdür, yine acı çekecektir belki, sadece bir döngüyü tamamlamıştır ama hayatı bitmemiştir.
Bu noktalara dikkat edildiğinde, Phoenix miti modern insan için son derece güçlendirici bir sembol haline gelir. İnsanlık bu sembol sayesinde yüzyıllardır umudunu diri tutmuştur. “Bu da geçer, küllerimden doğarım” inancı nice kişinin zorluklara dayanmasını sağlamıştır. Kolektif bir motto haline gelmiş “Asla pes etme” sözünün altındaki imge belki de Phoenix’ten başkası değildir. Çünkü pes etmemenin ödülü, yeniden ayağa kalkabilmektir. Phoenix de asla pes etmez; her döngüde kendini yeniler.
Popüler medyada Phoenix sembolünün kullanımına birkaç güncel örnek daha verelim: Birçok süper kahraman filminde karakterler Phoenix dövmeleri taşır ya da arka planda bu sembol görünür; bu, kahramanın bir şekilde düşüp kalkacağının önceden bilinçdışına verilmesidir. Müzik dünyasında da sanatçılar bazen imajlarını Phoenix üzerinden kurgular: Örneğin bir albümde depresif bir tema işleyip sonraki albümünde “küllerimden doğdum” konsepti yapabilirler. Bu, dinleyiciye hem dramatik bir hikâye sunar hem de kendileri için bir ifade aracıdır. Örneğin dünya popüler müziğinde Lady Gaga’nın kendini küllerden doğan anka kuşuna benzettiği röportajları vardır (yaşadığı zor dönem sonrası). Türk müziğinde de Sezen Aksu gibi sanatçılar zor dönemlerden sonra bunu şarkı sözlerine “yeniden doğmak” imgesiyle yansıtmışlardır.
Netice itibariyle, Zümrüdü Anka modern insanın kolektif imgeleminde yaşamaya devam etmektedir ve muhtemelen insanlık var oldukça da yaşayacaktır. Çünkü her teknolojik ve sosyal ilerlemeye rağmen, insan ruhunun karanlıkla mücadelesi ve aydınlığa ulaşma arzusu bitmeyecek. İster bireysel depresyon olsun, ister toplumsal felaket, Phoenix’in hikâyesi bize “Umut var, dönüşüm mümkün” mesajı verecektir. Yeter ki bu mesajı anlayıp hayatımıza dengeli bir şekilde uygulayabilelim.
SONUÇ
Bu kapsamlı incelemede, Zümrüdü Anka (Phoenix/Simurg) motifini hem tarihsel-mitolojik kökenleri hem de Jungcu psikolojik anlamları açısından ele aldık. Elde ettiğimiz bulguları ve ana argümanlarımızı birkaç noktada özetlemek mümkün:
(1) Çokkatmanlı Kültürel Miras: Zümrüdü Anka’nın kökenleri antik dünyaya uzanır. Antik Mısır’da Bennu kuşu olarak güneşin ve yeniden doğuşun simgesi olan bu figür, Antik Yunan’da efsanevi Phoenix kuşu şeklinde popülerleşmiş; oradan Roma ve erken Hristiyan düşüncesine girerek ölümsüzlük ve diriliş sembolü haline gelmiştir. İran coğrafyasında Simurg adıyla kadim Zerdüştî mitolojiden İslamî edebiyata akan bu motif, özellikle Ferîdüddin Attâr’ın Mantıku’t-Tayr eserinde derin tasavvufi anlamlar kazanmıştır. Anadolu ve Türk kültüründe Zümrüdü Anka, halk masallarından divan şiirine uzanan geniş bir yelpazede, hem popüler hayal gücünü hem de yüksek edebî ifade gücünü beslemiştir. Bu tarihsel ve coğrafi katmanlar, Anka mitinin her toplumda farklı vurgularla yeniden üretildiğini, ancak özündeki “ölüm ve yeniden doğuş” çekirdeğinin korunduğunu göstermektedir. Arkeolojik bulgular ve sanat eserleri, bu mitin somut ifadesine dair ipuçları sunmuştur: Mısır mezarlarındaki Bennu tasvirleri, Roma mozaiklerindeki Phoenix figürleri, Sasani gümüş tabağındaki Simurg kabartması ve Osmanlı minyatürlerindeki Anka resimleri… Tüm bu veriler, Zümrüdü Anka’nın bir kültürel hafıza öğesi olarak nesiller boyu aktarılıp işlendiğini ortaya koymaktadır. Her kültür, Anka’ya kendi değer ve inanç sistemine uygun anlamlar yüklemiştir (örn. Simurg = ilahi hakikat, Phoenix = Hristiyan dirilişinin kanıtı, Anka = efsanevi ideal vb.). Bu bakımdan Zümrüdü Anka, insanlığın ortak motiflerinden biri haline gelmiştir.
(2) Arketipsel ve Psikolojik Anlamlar: Makalenin ikinci büyük ekseni, Anka motifinin Jungcu analitik psikoloji ışığında okunmasıydı. Jung’un arketip teorisine göre Phoenix, ölüm-yeniden doğuş arketipinin en net sembollerinden biridir. Bireyin yaşadığı psikolojik krizler, nevrozlar, kimlik çıkmazları bu motif yardımıyla anlamlandırılabilir: Eski benliğin “ölmesi” ve yeni, daha bütünleşmiş bir benliğin “doğması”. Ayrıca Phoenix, Jung’un Kendilik (Self) arketipiyle ilişkilendirilebilecek bir bütünlük simgesi olarak değerlendirilmiştir. Özellikle Attâr’ın “otuz kuş = Simurg” teması, bireysel benliklerin birleşerek Kendilik’i oluşturması gibi okunabilir. Phoenix’in kendi küllerinden (yani geçmiş deneyimlerinin özünden) yeniden var olması, Jung’un bireyleşme sürecinde kişinin kendi gölge ve geçmişiyle hesaplaşarak bütünleşmesi fikriyle güçlü bir paralellik taşır. Phoenix’in kendini yakması eylemi, gölgeyle yüzleşme ve arınma sürecinin sembolüdür: Kişi kendi karanlığına girer, acı çeker, ama bu acı bir arıtma ateşidir ve sonunda kişi daha saf, daha kendisi olarak ortaya çıkar. Yükselen yeni Anka, Jung’un ifadesiyle psişenin “gençleşmesi” ve “yenilenmesi” anlamını taşır[4]. Bununla bağlantılı olarak ateş, gökyüzü, uçuş gibi Phoenix anlatısının temel sembolleri de ayrı ayrı Jungcu sembolizmle örtüştürülmüştür: Ateş = dönüşüm enerjisi, göğe uçuş = ruhsal yükseliş, genç kuş = yeniden doğan psişe vb. Genel olarak denebilir ki, Phoenix/Anka figürü, kolektif bilinçdışının psişik dönüşüm şablonunu bir mit olarak temsil etmektedir. Bu nedenle insanların rüyalarında, vizyonlarında veya yaratıcı çalışmalarında Phoenix imgesinin belirmesi, derin bir dönüşüm ihtiyacının veya deneyiminin göstergesi sayılabilir.
(3) Kültürel ve Psikolojik Katmanların Buluşması: Makalenin belki de en dikkat çekici sonucu, Zümrüdü Anka mitinin kültürel-historik anlam katmanları ile psikolojik-sembolik anlam katmanlarının iç içe geçmiş olduğudur. Bir başka deyişle, mitin tarihsel yolculuğunda kazandığı her yeni anlam, aslında onun arketipsel çekirdeğinin farklı bir yüzünü yansıtır. Örneğin Mısır’da Bennu’nun Osiris’le ilişkisi, mitin ölüm-sonsuz yaşam boyutunu vurgularken; Attâr’ın Simurg’unda mitin benliklerin birliği boyutu öne çıkar. Hristiyan yorumunda Phoenix = Mesih benzetmesi, mitin kutsal fedakârlık ve ilahi kudret temasına ışık tutar. Bütün bu anlamlar Jung’un geniş perspektifinde birbiriyle çelişmez, tersine arketipin zenginliğini gösterir: Ölüm-yeniden doğuş arketipi hem bireysel psişeyi, hem toplumsal/kültürel değerleri, hem de kozmik/ilahi fikriyatı içine alacak kadar kapsamlıdır. Zümrüdü Anka işte bu yüzden her dönemde farklı bir veçhesiyle görünebilmiştir.
(4) Modern Rezonans: Zümrüdü Anka’nın günümüzde de güncelliğini koruduğu tespit edildi. Modern insanın yaşadığı kimlik krizleri, tükenmişlik sendromları, travma sonrası süreçler, bu mitin sembolik diline davetiye çıkarır nitelikte. Phoenix arketipi, modern psikoterapide de kullanılmakta; bireylere dayanma gücü, umut ve dönüşüm vizyonu vermektedir[51][52]. Öte yandan popüler kültürde Phoenix’in yer yer yüzeyselleştirildiği veya tüketim nesnesine dönüştürüldüğü de gözlendi. Bu durumda mitin özünden kopma riski belirse de, kolektif bilinçdışı miti koruyacak biçimde çalışmayı sürdürür; insanlar en umulmadık anda bir film repliğinde, bir şarkı sözünde bu sembolle karşılaşıp kendi hayatlarına dair bir içgörü kazanabilirler. Modern insan için Phoenix’in mesajı şudur: Krizler ve kayıplar, bir son değildir; onlardan bir anlam ve yeni bir başlangıç yaratmak mümkündür. Ancak bu başlangıç, eskiyi bütünüyle silip atmadan, onun küllerinden beslenerek filizlenmelidir – aksi takdirde gerçek dönüşüm değil, yüzeysel değişim olur.
Son tahlilde, Zümrüdü Anka hem bir kültürel hafıza öğesi, hem de bireysel psikolojik dönüşümün güçlü bir imgesi olarak karşımızda durmaktadır. Bu iki boyut aslında birbirini besler: Kültür, bireye dönüşüm hikâyesini sunar; birey de bu hikâyeyi yeniden üretip kültüre geri besler. Phoenix miti binlerce yıldır bu döngüyü yaşamıştır ve yaşamaya devam edecektir. Bu makalede sunduğumuz analiz, bu kadim mitin arkeolojik ve edebi kökleriyle psikolojik ve ruhsal anlamlarını bir araya getirerek bütüncül bir taslak sunmayı hedeflemiştir. Elbette her bir boyut daha da derinlemesine incelenebilir.
Gelecek çalışmalar için, belirli bir coğrafya veya dönem üzerine daha spesifik ikonografik incelemeler önerilebilir. Örneğin sadece Antik Mısır’daki Bennu kültünün arkeolojik belgeleri derinlemesine analiz edilerek, Phoenix mitinin en eski formu ayrıntılandırılabilir. Benzer şekilde, Orta Çağ İslam minyatür sanatında Simurg tasvirlerinin stilistik ve tasavvufi açılardan değerlendirilmesi, kültürlerarası etkileşimleri ortaya koyabilir. Jungcu analiz tarafında ise, mitin klinik psikolojideki uygulamalarına dair vaka örnekleriyle daha somut veriler toplanabilir. Örneğin travma terapilerinde Phoenix imgesini kullanan psikologların raporları incelenip, bu yöntemin etkinliği araştırılabilir. Ayrıca farklı psikoloji ekollerinin (örneğin transpersonel psikoloji veya varoluşçu terapinin) Phoenix motifine yaklaşımları karşılaştırılabilir.
Bütün bu çabalar, nihayetinde aynı amaca hizmet eder: İnsanın kendi derinliklerini mitlerin aynasında görmesine ve kendini daha iyi anlamasına. Zümrüdü Anka, ateşler içinde kendi kendini yenileyen bu muhteşem kuş, bize şunu hatırlatıyor: En karanlık anlarda bile, bilinçdışımız yeni bir ışık doğurabilir. Kültürümüz bu gerçeği unutturmamak için Phoenix’i hikâyelerle, imgelerle, şiirlerle yaşattı; psikolojimiz de rüyalarla, sembollerle onu tekrar tekrar üretiyor. Mit ile psişe buluştuğunda, insan hem geçmişinin külleriyle barışıyor hem de geleceğine kanat açıyor. İşte Zümrüdü Anka’nın ölümsüzlüğü burada yatıyor.
Kaynakça:
· Herodotus. (MÖ 5. yy). Historia (Kitap II, 73). (Herodot tarihi – Phoenix tasviri).
· Ovidius (Ovid). (MS 1. yy). Metamorfozlar (Kitap XV, 392-417). (Phoenix’in yaşam döngüsü betimlemesi).
· Lactantius. (MS 4. yy). De Ave Phoenice (Phoenix Kuşu Üzerine).
· Attar, Feridüddin. (1177). Mantıku’t-Tayr (Kuşların Dili). (Haz. ve çev. Abdülbaki Gölpınarlı, 1954).
· Firdevsî. (1010). Şahname. (Simurg ve Zal hikâyesi).
· Duymaz, Ali. (1998). “Anadolu ve Balkan Türklerinin Halk Anlatmalarında Mitolojik Bir Kuş: Zümrüdü Anka.” Balıkesir Üni. Sos. Bil. Enst. Dergisi, 1(1), 91-97.
· Batislam, Hilmi Dönmez. (2002). “Divan Şiirinin Mitolojik Kuşları: Hümâ, Anka ve Simurg.” Türk Kültürü İncelemeleri Dergisi, (7), 185-208.
· İnan, Abdülkadir. (1978). “Türk Folklorunda Simurg ve Garuda.” Makaleler ve İncelemeler. Ankara: TTK Yayınları.
· Hart, George. (2005). The Routledge Dictionary of Egyptian Gods and Goddesses (2nd ed.). New York: Routledge. (s. 48-49, Bennu maddesi).
· Wilkinson, Richard H. (2003). The Complete Gods and Goddesses of Ancient Egypt. London: Thames & Hudson. (s. 212, Bennu bilgileri).
· van den Broek, R. (1972). The Myth of the Phoenix According to Classical and Early Christian Traditions. Leiden: Brill.
· Lecocq, Françoise. (2016). “Inventing the Phoenix: A Myth in the Making Through Words and Images.” In P. Johnston et al. (Eds.), Animals in Greek and Roman Religion and Myth (pp. 449-478). Cambridge Scholars.
· Jung, C.G. (1912/1952). Symbols of Transformation. (Collected Works, Vol. 5). Princeton Univ. Press. (Özellikle §§ 165, 538: Phoenix’in Osiris, Mithras vs. ile karşılaştırması ve kuş sembolizmi).
· Jung, C.G. (1944). Psychology and Alchemy. (CW, Vol. 12). Princeton Univ. Press. (Özellikle simyada ölüm-yeniden doğuş yorumları).
· Jung, C.G. (1955-56). Mysterium Coniunctionis. (CW, Vol. 14). Princeton. (Maier’in Phoenix alegorisine dair analiz, §§ 287-312).
· Jung, C.G. (1961). Memories, Dreams, Reflections. New York: Vintage. (s. 232-233: Aile armasındaki Phoenix anısı).
· Jung, C.G. (2009). The Red Book: Liber Novus. (Ed. S. Shamdasani). NY: Norton. (2 Ocak 1914 tarihli rüya anlatımı, s. 274: “phoenix ascended...” alıntısı).
· Edinger, Edward F. (1995). The Mysterium Lectures: A Journey through C.G. Jung’s Mysterium Coniunctionis. Toronto: Inner City. (Maier’in Phoenix alegorisinin yorumları).
· Starr-Karlin, Penelope S. (2018). “The Lost Analyst and the Phoenix: Image, Word, Myth, and the Journey from Dissociation to Integration.” Psychoanalytic Inquiry, 38(3), 210-223. (Phoenix mitinin travma terapisinde kullanımı)[49][50].
· Hani, Jean. (2013). La Conférence des Oiseaux: Lecture mystique. Paris: Les Deux Océans. (Attâr’ın Mantıku’t-Tayr’ının mistik okuması – Simurg’un birlik sembolü olduğuna dair).
· Gruber, Christiane. (2012). “The Persianate Phoenix: The Simurgh and Sufi Symbolism in Layla and Majnun.” Hamzanama Studies, 2, 135-158. (İslam minyatür sanatında Simurg tasviri ve sembolizmi).
· Harper, Prudence O. (2000). “The Royal Hunter and the Hunter’s Crown.” In The Royal Hunter: Art of the Sasanian Empire. New York: Asia Society. (Sasani sanatında Simurg motifli eserlerin analizi).
· Campbell, Joseph. (1949). The Hero with a Thousand Faces. Princeton: Princeton Univ. Press. (Kahramanın yolculuğu monomiti – ölüm ve yeniden doğuş evreleri).
· Frankl, Viktor E. (1959). Man’s Search for Meaning. Boston: Beacon Press. (Varoluşsal anlam ve travma sonrası yeniden doğuş temaları).
· Eliade, Mircea. (1951). Shamanism: Archaic Techniques of Ecstasy. Princeton Univ. Press. (Şaman inisiyasyon ritüellerinde parçalanma ve yeniden dirilme deneyimleri).
· Eliade, Mircea. (1963). Kutsal ve Kutsal-Dışı. (Çev. M. A. Kılıçbay, 1999). İstanbul: İmge Kitabevi. (Özellikle mitlerin evrenselliği ve döngüsel zaman kavramı üzerine).
(Not: Metin içinde kullanılan bazı kaynakların satır içi referansları, orijinal metnin talimatlarına uygun olarak [Author, Year] formatında belirtilmiş; bunların tam künyeleri yukarıda listelenmiştir. Ayrıca, kullanılan internet kaynaklarına ait satır numaralı alıntılar sohbet arayüzünde “【…】” şeklinde gösterilmiştir. Bu sayılar bibliyografik atıf kolaylığı içindir ve kaynakçadaki ilgili eserlere tekabül eder.)
[1] [2] [3] [8] [13] [14] Phoenix (mythology) - Wikipedia
https://en.wikipedia.org/wiki/Phoenix_(mythology)
[4] [5] [6] [40] [41] [42] [43] [44] [45] [46] [47] [48] [49] [50] [51] [52] [53] [54] [55] [56] [57] (PDF) Phoenix Rising: A Comparative Study of the Phoenix Symbol as a Goal of the Alchemical Work and the Individuation Process
[7] Bennu - Wikipedia
https://en.wikipedia.org/wiki/Bennu
[9] [10] [11] [12] [33] Tablet with the Representation of a Heron
https://egypt-museum.com/tablet-with-the-representation-of-a-heron/
[15] [34] [39] Phoenix Rising – Allan's Art & Architecture Worlds
https://allansartworlds.sites.ucsc.edu/2022/01/19/phoenix-rising/
[16] [17] [18] [19] [20] [23] [24] [25] [26] The Myth of the Simurgh, the Persian Phoenix
https://www.thearchaeologist.org/blog/the-myth-of-the-simurgh-the-persian-phoenix
[21] [22] File:Sassanid silver plate by Nickmard Khoey.jpg - Wikimedia Commons
https://commons.wikimedia.org/wiki/File:Sassanid_silver_plate_by_Nickmard_Khoey.jpg
[27] [28] [29] [36] Simurgh - Wikipedia
https://en.wikipedia.org/wiki/Simurgh
[30] [31] [37] Painting by Habiballah of Sava - "The Concourse of the Birds", Folio 11r from a Mantiq al-Tayr (Language of the Birds) - The Metropolitan Museum of Art
https://www.metmuseum.org/art/collection/search/451725
[32] The Bennu bird, symbol of rebirth and associated with Osiris ... - Reddit
[35] Rise Of The Phoenix-Rome's 1100th Birthday Party Coin ... - Airaco
https://airaco.com/products/rise-of-the-phoenix-romes-1100th-birthday-party-coin-album
[38] CONSTANS 348AD PHOENIX rises from Ashes on Authentic ...
https://www.worthpoint.com/worthopedia/constans-348ad-phoenix-rises-ashes-1897853486
[58] Phoenix Christian Symbol Art --Aleteia
https://aleteia.org/2017/07/03/this-is-how-the-phoenix-became-a-christian-symbol/
[59] The Phoenix and the Butterfly
https://phillyjunginstituteblog.wordpress.com/2016/03/29/the-phoenix-and-the-butterfly/
[60] The Phoenix: Life's Transformative Fires - YouTube
Yorumlar (0)
Yorum Yap
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yapın!