Okuma Araçları

1200px
16px
100%

Kur’an’da ‘Kitap Verilen Peygamberler’: Tefsir, Metin Tarihi ve Güncel Tevrat/İncil ile Karşılaştırmalı Bir İnceleme

Kur’an’da ‘Kitap Verilen Peygamberler’: Tefsir, Metin Tarihi ve Güncel Tevrat/İncil ile Karşılaştırmalı Bir İnceleme

1. Tanımlar ve Metodoloji

Kur’anî Kavramlar: Kur’ân-ı Kerîm’de vahiy ve kutsal kitaplarla ilgili çeşitli terimler kullanılır. Kitap (el-Kitâb), en genel anlamıyla Allah tarafından indirilmiş vahyi/metni ifade eder; her ne kadar “kitap” kelimesi sözlükte “yazılı belge” anlamına gelse de, Kur’an bağlamında hem yazılı vahiyleri (ör. Tevrat gibi) hem de Kur’an’ı kapsar. Suhuf/Sahîfeler, cüz’î vahiy metinleri veya “sayfalar” anlamındadır; özellikle Hz. İbrâhim ve Mûsâ’ya verilen sahîfeler olarak geçer (bk. Necm 53:36–37; A‘lâ 87:18–19). Rivayete göre Hz. Âdem’e 10, Şît’e 50, İdrîs’e 30, İbrâhim’e 10 sahîfe indirilmiştir. Zikr (“zikr” – hatırlatma, öğüt) Kur’an’da bazen Kur’an’ın kendisi için (Hicr 15:9) bazen de önceki kutsal kitaplar veya genel olarak ilahî vahiy için kullanılır. Örneğin Enbiyâ 21:105’te “Zikr” muhtemelen Tevrat’ı veya Levh-i Mahfûz’u ifade ederken “Zebûr” özgün bir kutsal kitabı kastedebilir. Furkân, “hak ile batılı ayıran” demektir; hem Kur’an’ın isimlerinden biri olarak geçer, hem de bazen Tevrat için kullanıldığı yorumlanır (bk. Bakara 2:53, Enbiyâ 21:48). Hikmet, sözlükte “bilgelik” olup Kur’an’da genellikle peygamberlere verilen derunî anlayış veya hüküm verme yetisi anlamında gelir. Özellikle “kitap ve hikmet” birlikte anılarak (örn. Bakara 2:231, Âl-i İmrân 3:48) vahyin yanı sıra onun uygulanışındaki hikmeti ifade eder.

Metodoloji: Bu incelemede, klasik tefsir literatürü ile modern akademik yaklaşımlar birleştirilmiştir. Öncelikle Kur’an’da adı geçen “kendisine kitap verilen” peygamberler ve onlara atfedilen kitaplar ayet ayet tespit edilerek, Taberî, Zemahşerî, Fahreddin Râzî, Kurtubî, İbn Kesîr gibi klasik müfessirlerin yorumları özetlenmiştir. Ardından metin tenkidi ve kanon tarihi perspektifleriyle, Kur’an’ın bahsettiği Tevrat ve İncil’in bugünkü Tanah (İbrânîce Kutsal Kitap) ve Yeni Ahit (Hristiyanların İncil külliyatı) ile ilişkisi incelenmiştir. Bu bağlamda arkeolojik ve filolojik bulgular – Ölü Deniz Parşömenleri (MÖ 2.–1. yy), Septuaginta (MÖ 3.–1. yy, Yunanca çeviri), Samaritân Ahdi ve erken dönem Yeni Ahit elyazmaları (ör. Codex Sinaiticus, MS 4. yy) – özellikle vurgulanmıştır. Çalışma karşılaştırmalı dinler yöntemini kullanarak İslam, Yahudilik ve Hristiyanlık literatüründeki bakış açılarını tarafsızca aktarmayı amaçlamıştır. Kur’an’ın atıf yaptığı vahiylerin günümüz metinleriyle örtüşme veya ayrışma nedenleri incelenirken tarihsel gelişmeler, çeviri ve redaksiyon süreçleri, teolojik yorum farklılıkları bir arada değerlendirilmiştir. Bu yapılırken mümkün olduğunca nesnel olunmuş; İslam inancındaki “tahrif” (bozulma) iddiaları, Yahudi ve Hristiyan ilahiyatındaki kanon ve metin tarihine dair veriler ışığında analiz edilmiştir. Sonuç bölümünde farklı hipotezler (lafzî tahrif, manevî tahrif, kısmi örtüşme, terimsel farklılık) için kanıtların ne ölçüde destek sağladığı tartışılmış; metodolojik sınırlılıklar ve araştırmanın tarafsızlığı konusunda beyan ile bitirilmiştir.

2. Kur’an’da “Kitap Verilen” Peygamberler – Haritalama

Kur’ân’a göre bazı peygamberler, kendilerine ilâhî “Kitap” indirilmiş resuller olarak özel bir konuma sahiptir. İslam geleneğinde bu peygamberlerin getirdiği kitaplara iman esastır. Bu bölümde Kur’an ayetleri ışığında Mûsâ, Dâvûd, Îsâ, İbrâhim (ve kısmen yeniden Mûsâ) ve Muhammed peygamberlere atfedilen kitaplar haritalanmaktadır. Her alt başlıkta, ilgili ayetler listelenmiş, klasik tefsirlerdeki açıklamalar özetlenmiş ve “kitap verilme” olgusunun mahiyeti tartışılmıştır. Ayrıca bu kitapların içerik ve tür bakımından özelliklerine (örneğin sadece hukuki hükümler mi içeriyor, yoksa dua/ilahiler mi) değinilmiştir.

2.1 Hz. Mûsâ – Tevrat (Tawrât)

Kur’an’da Hz. Mûsâ, Tevrat adlı kitabın taşıyıcısı olarak zikredilir. Tevrat ismi doğrudan geçmese de çoğu yerde “Mûsâ’ya verilen Kitap” veya “el-Kitâb” olarak atıf yapılır; bazı ayetlerde açıkça Tawrât kelimesi kullanılır. Önemli ayetler arasında şunlar bulunur:

·         Bakara 2:87: “Andolsun, Mûsâ’ya kitabı verdik, ardından peşpeşe peygamberler gönderdik…” (Mûsâ’ya kitab verildiği ve ardından gelen peygamberlerin onun şeriatını devam ettirdiği vurgulanır).

·         Âl-i İmrân 3:3–4: “O, sana Kitab’ı hak ile indirdi; O’ndan öncekileri tasdik edici olarak. Tevrat’ı ve İncil’i de insanlara yol gösterici olarak daha önce indirdi…” – Bu ayet Tevrat ve İncil’in Allah tarafından Kur’an’dan önce indirildiğini bildirir.

·         Mâide 5:44: “Şüphesiz Tevrat’ı biz indirdik, onda bir hidayet ve nûr vardır…”; 5:45–47 de Tevrat’ta “can karşılığı can, göz karşılığı göz…” şeklindeki hükümlerin olduğunu ve 5:46’da “İncil, kendinden önceki Tevrat’ı tasdik edici olarak Îsâ’ya verildi” ifadesini içerir. Bu pasaj, ehl-i kitabın Tevrat ve İncil’in hükümleriyle amel etmesi gereğine değinir.

·         En‘âm 6:91: “De ki: ‘Mûsâ’nın insanlara bir nur ve hidayet olarak getirdiği kitabı kim indirdi?’ Siz onu parça parça kağıtlara (suhuf) ayırıyor, (işinize geleni) gösterip çoğunu gizliyorsunuz…” – Bu ayet Yahudilerin Tevrat’ı tahrif veya kitmân (gizleme) girişimlerine işaret olarak yorumlanmıştır.

·         A‘râf 7:157: “Onlar ki, yanlarındaki Tevrat’ta ve İncil’de yazılı buldukları o ümmi peygambere uyarlar.” – Hz. Peygamber’in Tevrat’ta vasfedildiği belirtilir.

·         Kasas 28:43: “Andolsun, ilk nesilleri helak ettikten sonra, insanlar için basiretler (feraset nurları) olmak üzere Mûsâ’ya Kitab’ı verdik…” – Tevrat’ın Mûsâ’dan sonra gelenler için rehber kılındığı vurgusu.

·         Hud 11:110 & Mü’min 40:53: Bu ayetler de Mûsâ’ya kitab verildiğini, fakat hakkında ihtilafa düşüldüğünü beyan eder.

Klasik tefsirler: Taberî, 2:87 ve benzeri ayetleri tefsir ederken “Mûsâ’ya verilen Kitap” ile kastedilenin Tevrat olduğunu belirtir. Hatta Taberî’nin genel açıklamasına göre Mûsâ’ya verilen kitaba “Tevrat”, Îsâ’ya verilen kitaba “İncil”, Muhammed’e verilene “Furkân” denildiği gibi Dâvûd’a verilen kitaba da “Zebûr” ismi verilmiştir. Bu ifadeden anlaşıldığı üzere müfessirler her ne kadar “kitap” kelimesini kullansa da, bunun özel adı Tevrat olan vahiy olduğu konusunda hemfikirdirler. Fahreddin Râzî ve İbn Kesîr de benzer şekilde Tevrat’ın Mûsâ’ya nazil olan şeriat kitabı olduğunu vurgularlar. Mâide 5:44’ün tefsirinde, müfessirler Tevrat’ın “hidayet ve nur” vasfına dikkat çekerek, Tevrat’ta hem inanç esasları hem de şeriat hükümleri bulunduğunu belirtirler. İbn Abbas’tan gelen rivayette, Yahudilerin ellerindeki Tevrat’ta bazı hükümlerin (örneğin recm cezası gibi) bulunduğu halde, bunları uygulamadıkları veya tahrif ettiklerine dair açıklamalar gelir. Nitekim Buhari’de geçen bir hadiste, Hz. Peygamber’e zina cezasıyla ilgili Tevrat’taki ayeti okumaktan kaçınan Yahudilerin, ayetin bulunduğu satırı elleriyle kapattıkları anlatılır. Bu rivayet, lafzen metni değiştirmek yerine, gerçeği “gizleme” yoluna başvurduklarını göstermektedir – bu noktaya Taberî de dikkat çeker: Bakara 2:79’daki “elleriyle kitap yazıp Allah katındandır derler” ayetini Taberî, Yahudilerin Tevrat’a aykırı yorumlar içeren bir kitap yazıp bilmeyenlere Tevrat diye sattıkları şeklinde açıklar. Yani Taberî’ye göre burada kastedilen, Tevrat’ın aslını tamamen bozmak değil, halkı aldatmak üzere ayrı bir kitap/yorum uydurmaktır.

Kitabın mahiyeti: İslam inancına göre Tevrat, Hz. Mûsâ’ya levhalar (Elwâh) halinde veya yazılı olarak verilen şeriat hükümlerini içerir (A‘râf 7:145, 7:150’de Mûsâ’nın levhaları taşıması anlatılır). Klasik anlayışta Tevrat, bugünkü Musevî geleneğindeki “Pentateuch” (Musa’nın Beş Kitabı: Tekvin, Çıkış, Levililer, Sayılar, Tesniye) ile özdeş görülmüştür. Nitekim bazı İslam kaynakları Tevrat’ın beş bölümden oluştuğunu kaydeder. Örneğin bir yorumda, “Hz. İbrahim’e 10 sahife verildi, Mûsâ’ya Tevrat’ın beş kitabı verildi” denilerek Tevrat’ın beş kitaptan müteşekkil olduğu ifade edilmiştir. Bununla birlikte, Kur’an açısından bakıldığında Tevrat’ın asıl fonksiyonu, İsrailoğulları’na bir şeriat ve ahlâk rehberi olmasıdır. Mâide 5:44’te Tevrat’ta “hüküm (ahkâm)” bulunduğu vurgulanır; devamında gelen 5:45 açıkça Tevrat’taki kısas hükmünü alıntılar: “Onda (Tevrat’ta) onlara yazdık ki can cana, göz göze, burun buruna, kulak kulağa, diş dişe (kısas vardır)...” Bu ifade, bugünkü Tevrat’ta (Çıkış 21:23-25 ve Levililer 24:19-20’de) bulunan “göze göz, dişe diş” kanunuyla aynıdır ve Kur’an Tevrat’ın bu hükmünü teyit etmektedir. Dolayısıyla Kur’an, Tevrat’ın içinde hem inançla ilgili öğretiler hem de ayrıntılı şeriat hükümleri barındırdığını kabul eder. Hatta bir ayette Tevrat için “hükmeden peygamberler ve rabbaniler, Allah’ın kitabını korumakla görevliydiler” denir (Mâide 5:44), bu da Tevrat’ın bir yargı ve hukuk kaynağı olduğunu gösterir.

Kur’an, Tevrat’ın tahrif edildiği fikrine dolaylı biçimde değinir. Özellikle Bakara 2:75, 2:79, Âl-i İmrân 3:78 gibi ayetlerde Yahudilerin bir kısım ayetleri değiştirdiği veya anlamlarını çarpıttığı ima edilir. Ancak bu ifadelere klasik müfessirlerin yaklaşımı farklılık gösterebilir. Zemahşerî ve Râzî, bazı ayetlerdeki “kelimeleri yerinden oynatmak” ifadesini (Maide 5:13, 5:41) metnin lafzını değiştirme değil, tevil ile yanlış anlam verme şeklinde anlamıştır. Modern çağda Reşîd Rızâ gibi müfessirler de Kur’an’da kitapların metninin bozulduğuna dair kesin bir ifade olmadığı, daha ziyade yorum ve uygulamada tahrif yapıldığı görüşündedir. Bununla birlikte, Bakara 2:79 gibi ayetler, zahirde lafzî tahrif izlenimi verir. Sonuçta klasik anlayış, Tevrat’ın orijinalinin Allah katından olduğu, ancak zamanla Yahudi bilginlerin ekleme-çıkarma ya da değiştirme yoluyla bu kitabı tahrif ettikleri yönündedir – bu konuda özellikle recm ayetinin “örtülmesi” ve Hz. Muhammed’in isminin çıkarılması gibi rivayetler delil gösterilir. İleride (Bölüm 5 ve 7’de) bu “tahrif” meselesi ayrıntılı tartışılacaktır.

Özetle, Kur’an perspektifinden Hz. Mûsâ’ya inen Tevrat, İsrâiloğullarına gönderilmiş kapsamlı bir şeriat kitabıdır. Klasik tefsir geleneği, bugünkü Yahudi geleneğinin Tevrat’ı ile Kur’an’ın bahsettiği Tevrat’ı büyük ölçüde aynı kabul etmekle beraber, mevcut metnin aslının tam yansıması olup olmadığı konusunda eleştireldir. Tevrat’ın iniş şekline dair İslam’da genel kabul, Kur’an’dan farklı olarak bir defada topluca indirildiğidir; nitekim Râzî ve İbn Kesîr, Furkan Suresi 25:32’ye dayanarak “Tevrat ve İncil bir defada nâzil oldu” derler. Bir rivayete göre de Tevrat, Ramazan’ın 6. gecesinde Mûsâ’ya indirilmiştir. Bu, Allah’ın Levh-i Mahfûz’dan Mûsâ’ya bir kitap lütfettiği inancını yansıtır. Hz. Mûsâ’nın vefatından sonra Tevrat’ın taşınması ve uygulanması, Beni İsrail içerisindeki kâhin ve âlimlere emanet edilmiş; ne var ki zamanla bu emanete tam riayet edilmediği, Kur’an’ın tenkitlerinden anlaşılmaktadır.

2.2 Hz. Dâvûd – Zebûr (Mezmurlar)

Kur’an’da Hz. Dâvûd’a verildiği bildirilen kitap Zebûr (Zabur) olarak adlandırılır. “Zebûr” kelimesi Arapçada “yazılı metin, kitap” anlamına gelir ve özellikle Dâvûd’a indirilen hikmetli sözler mecmuası için kullanılmıştır. Anahtar ayetler şunlardır:

·         Nisâ 4:163: “Biz Nûh’a ve ondan sonra gelen peygamberlere vahyettiğimiz gibi sana da vahyettik… Dâvûd’a da Zebûr’u verdik.” – İlk Zebûr ifadesi burada geçer.

·         İsrâ 17:55: “Rabbin, göklerde ve yerde kim varsa hepsini en iyi bilendir. And olsun, biz peygamberlerin kimini kimine üstün kıldık; Dâvûd’a da Zebûr’u verdik.” – Zebûr’un özel bir kitap olarak Dâvûd’a verildiği belirtilir.

·         Enbiyâ 21:105: “Andolsun, Zikir’den sonra Zebûr’da da, ‘Yeryüzüne benim salih kullarım varis olacaktır’ diye yazdık.” – Bu ayet Zebûr içinde bir içerikten alıntı yapar gibi görünür.

Klasik tefsirler: Müfessirler Zebûr’un Dâvûd’a indirilen özel kitap olduğunu ifade eder. Taberî, İsrâ 17:55’i tefsir ederken kıraat farklılıklarına değinir: Kimi kıraat imamları “Zebûr” şeklinde özel isim olarak okurken, bazıları “zübûr” (çoğul “kitaplar”) şeklinde okuyarak “Dâvûd’a (başka) kitaplar verildi” anlamı vermiştir. Ancak Taberî, yaygın görüşün Zebûr’un özel isim olduğu yönünde olduğunu aktarır. Taberî açıkça “Mûsâ’ya verilen kitaba Tevrat, Îsâ’ya İncil, Muhammed’e Furkan dendiği gibi Dâvûd’a verilen kitaba da Zebûr denmiştir” diyerek Araplar arasında “Dâvûd’un Zebûr’u” tabirinin meşhur olduğunu belirtir. İbn Kesîr de bunu teyit eder. Kurtubî, Zebûr’un “150 sûreden oluşan, ahkâm içermeyen, sadece hikmet ve öğütler barındıran bir kitap” olduğunu söyler. Bu ifade bariz biçimde Yahudi ve Hristiyanların Mezmurlar Kitabı’nın yapısına tekabül eder; gerçekten de Mezmurlar (Psalms) 150 bölümden oluşur. Kurtubî ayrıca Zebûr’un “helal-haram konuları içermeyen, sadece hikmetli sözler ve öğütler” olduğunu vurgular. Taberî de Zebûr’un Dâvûd’a öğretilmiş dua, hamd ve senâ sözlerinden oluştuğunu, içinde şeriat hükümleri (farz/haram) olmadığını belirtir. Bu bilgiler, İslam geleneğinde Zebûr’un Tevrat gibi bir kanun/şeriat kitabı değil, ilahiler ve hikmetli sözler derlemesi olarak görüldüğünü ortaya koymaktadır.

Zebûr’un mahiyeti konusunda, Enbiyâ 21:105 özel bir öneme sahiptir. Bu ayette geçen “Zikr’den sonra Zebûr’da yazdık ki: ‘Yeryüzüne salih kullarım mirasçı olacaklardır’” ifadesi hakkında farklı görüşler vardır. Klasik tefsirler, burada “Zikr” kelimesini çeşitli şekillerde yorumlar: Kimi Zikr’i “Levh-i Mahfuz” veya Allah katındaki Ana Kitap olarak görür, kimine göre Zikr Mûsâ’nın Tevrat’ıdır. “Zebûr” kelimesi de bazılarına göre genel olarak peygamberlere indirilmiş bütün kutsal kitaplara işaret ederken, yaygın kanaat Enbiyâ 21:105’te Zebûr’un bizzat Dâvûd’un Zebûr’u olduğudur. Ayetteki alıntı cümle – “Yeryüzüne salih kullarım mirasçı olacaktır” – Mezmurlar 37:29’daki ifadenin neredeyse aynısıdır: “Sâlihler yeryüzünü miras alacak ve orada sonsuza kadar yaşayacak”. Bu, Kur’an’ın burada Zebûr’dan yaptığı alıntının bugünkü Mezmurlar metninde karşılığı bulunduğunu göstermektedir. Nitekim Taberî, Zemahşerî, Kurtubî ve İbn Kesîr gibi müfessirler, Enbiyâ 21:105’i açıklarken “salih kulların yeryüzüne mirasçı olması” ifadesini çoğunlukla Hz. Muhammed’in ümmetine müjde olarak yorumlarlar. Bazıları ise bunu ahirette cennetin salihlere miras kalması şeklinde anlar. Fakat doğrudan Mezmurlar’daki cümlenin karşılık geldiği düşünüldüğünde, Dâvûd’un Zebûr’unda bu tür ibarelerin mevcut olduğu anlaşılır.

Zebûr’un içeriği ve türü: Kur’an’da ve hadislerde Dâvûd’un Zebûr’u özellikle güzel sesle okunması ile anılır. Bir hadiste, Resûlullah (sav), güzel sesli sahabî Ebû Mûsâ el-Eş’arî’ye “Sana Dâvûd’un mizmarlarından (kaval gibi enstrümanlarından) biri verilmiş” diyerek Dâvûd’un Zebûr’u nağmeli okumasına atıf yapmıştır. Bu rivayet, Zebûr’un musikî ile icra edilen ilâhiler içerdiğini düşündürür. Mezmurlar kitabının da aslında müzik eşliğinde söylenen ilahiler, dualar ve övgüler olduğu bilinmektedir. İslam kaynaklarında da Dâvûd’un Zebûr okuduğunda insan, cin ve hayvanların ona hayranlıkla dinlemek için toplandığı anlatılır. Bu bilgiler Zebûr’un, bugünkü anlamda Mezmurlar (Zebur) kitabıyla uyumlu biçimde, manzum ilahiler ve dualar kitabı olduğu kanaatini güçlendirir.

Kur’an’da Zebûr’dan yapılan atıflar, Tevrat ve İncil’e kıyasla sınırlıdır. Sadece yukarıdaki birkaç ayette anılır. Bununla birlikte 21. yüzyılda yapılan arkeolojik keşifler, Zebûr/Mezmurlar metinlerinin tarihsel gelişimi hakkında ek bilgiler sağlamıştır. Örneğin Ölü Deniz Parşömenleri (Dead Sea Scrolls) içinde Mezmurlar kitabına dair parşömenler bulunmuş ve bunların bazısında bugünkü 150 mezmûra ilaveten başka ilahiler de tespit edilmiştir. Akademik çevrelerde, mevcut Mezmurlar kitabının Dâvûd döneminden başlayıp MÖ 5. yüzyıla dek uzanan bir süreçte derlenmiş kompozit bir metin olduğu, kanona dahil edilmesinin ise MÖ 2.-1. yüzyıllarda gerçekleştiği görüşü hâkimdir. Yine de bazı ilahilerin Dâvûd’a kadar uzanan çok eski kökenli olabileceği de kabul edilir. Kur’an açısından bu tartışmalar, Zebûr’un ilahî vahiy olduğu gerçeğini değiştirmez; ancak Zebûr’un içeriğinin tahrif edilip edilmediği meselesi Tevrat ve İncil kadar yoğun tartışılmamıştır. Müslüman yorumcular genel olarak Zebûr’da inanç ve ahlak öğretilerinin bozulmadan korunduğunu, zira Zebûr’un esasen kanun içermeyip zikirler içerdiğini düşünmüşlerdir. Nitekim Zebûr’dan Kur’an’a yapılan tek alıntı olan “Yeryüzüne salih kullarım varis olacak” cümlesi de teolojik bir prensip olup, farklı bir yorumla da olsa bugünkü metinde karşılığını bulmaktadır.

2.3 Hz. Îsâ – İncil (Gospel)

Kur’an, Hz. Îsâ (İsa)’ya “İncil” adı verilen bir kitabın verildiğini bildirir. Burada kastedilen, Hristiyanların dört kanonik İncil’inden farklı olarak, Allah’ın Îsâ’ya vahyettiği tek bir kitaptır. “İncil” kelimesi, Yunanca euangelion (“iyi haber, müjde”) kelimesinden gelir ve Kur’an’da bu terim hem Îsâ’ya inen vahyi hem de Hz. Peygamber zamanındaki Hristiyanların elinde bulunan kutsal kitabı ifade eder.

Önemli ayetler şunlardır:

·         Âl-i İmrân 3:48: “Allah ona (Îsâ’ya) Kitab’ı, hikmeti, Tevrat’ı ve İncil’i öğretecek.” – Burada bebekken mucizevi doğumu ilan edilen Îsâ’nın, ileride Tevrat ve İncil bilgisine sahip olacağı belirtilir.

·         Âl-i İmrân 3:65: “Ey Ehl-i Kitap! Tevrat ve İncil’in indirilmesinden sonra niçin İbrâhim hakkında tartışıyorsunuz?” – Bu ayet İncil’in İbrâhim’den epey sonra indirildiğini vurgular.

·         Mâide 5:46: “Onların izleri üzere Meryemoğlu Îsâ’yı, kendinden önceki Tevrat’ı tasdik edici olarak gönderdik. Ona içindekilerden bir kısmını tastik eden, takva sahipleri için hidayet ve öğüt olan İncil’i verdik.” – İncil’in Allah tarafından Îsâ’ya verildiğini ve Tevrat’ı doğruladığını belirtir.

·         Mâide 5:47: “İncil ehli de Allah’ın onda indirdiği ile hükmetsin…” – Hristiyanların kendi kitaplarının hükümlerine uymaları gerektiği söylenir.

·         Mâide 5:66, 5:68: Bu ayetler, Ehl-i Kitab’ın Tevrat’a, İncil’e ve Rablerinden onlara indirilene uymaları gerektiğini yineler.

·         Meryem 19:30: (Beşikteki bebek Îsâ konuşarak:) “Şüphesiz ben Allah’ın kuluyum, O bana Kitab’ı verdi ve beni peygamber yaptı.” – Burada Kitap ifadesi doğrudan İncil olarak anlaşılır, çünkü Îsâ’ya verilecek kitaba işaret etmektedir.

·         Hadîd 57:27: “Sonra onların izleri üzerine peygamberlerimizi ardarda gönderdik. Meryemoğlu Îsâ’yı da gönderdik, ona İncil’i verdik ve ona uyanların kalplerine şefkat ve merhamet koyduk…” – İncil’in Îsâ’ya verildiğini tekraren bildirir.

Klasik tefsirler: Müfessirler Kur’an’daki “İncil” teriminin, Hz. Îsâ’ya inzâl olunan kitab anlamına geldiğinde hemfikirdir. Özellikle Mâide 5:46-47’nin tefsirinde, Taberî ve Fahreddin Râzî, İncil ehlinin İncil’de yazılı Hz. Muhammed müjdesine uyması gerektiğini, İncil’in hükümlerin den neshedilmeyenlerini uygulamaları gerektiğini belirtirler. Taberî bu ayette, Hristiyanların ellerindeki İncil’de bulunan “Ahmed” isimli peygamber müjdesine (Saf 61:6’ya dayanarak) dikkat çekerek, onların onu tahrif etmemesi gerektiğini vurgular. İbn Kesîr de İncil’in baştan sona bir defada indirildiğini, Kur’an’dan farklı olarak parça parça değil toptan verildiğini ifade eden rivayetleri (Râzî’nin de aktardığı gibi) destekler. Gerçekten de İslam geleneğinde, Tevrat ve İncil’in bir defada, Kur’an’ın ise peyderpey indirildiği yaygın bir görüştür. Bu inanç, Furkan 25:32’deki “Kur’an neden bir defada indirilmedi?” sorusuna verilen cevaptan da çıkarılır: Allah, Kur’an’ı kademeli indirmiştir, önceki kitaplar ise cümleten inmiştir. Hatta bir rivayette İncil’in Ramazan’ın 13. gecesi (başka rivayette 18. gecesi) nazil olduğu belirtilir.

Müfessirler Kur’an’da İncil’in çoğul kullanılmadığını, hep tekil geçtiğini vurgularlar. Bu, Kur’an’ın Hristiyanların dört kanonik İncil’inden ziyade tek bir vahiy kavramına işaret ettiğini gösterir. Nitekim Hristiyanlık tarihinde de “incil” kelimesi başlangıçta yazılı metin değil, verilen müjde anlamında kullanılmıştır[1][2]. Pavlus, kendi öğrettiği Mesih doktrinini “Benim incilim” diye adlandırmış; Markos, Matta gibi yazarlar “İncil” kelimesini Mesih’in getirdiği kurtuluş mesajı manasında kullanmıştır[3][4]. Kur’an da İncil kelimesini benzer şekilde hem ilahî mesaj hem de o mesajın kitabı olarak telakki eder.

İslam tefsir geleneği, Hristiyanlar arasındaki İncil anlayışına da yer yer değinir. Örneğin Ibn Hazm (ö. 1064) gibi bazı İslam âlimleri, Hristiyanların birden fazla İncil’inin olması ve aralarında çelişkiler barındırmasını, İncil’in aslının kaybolup rivayetlere dayalı metinler ortaya çıktığının kanıtı olarak görmüştür. Daha erken dönemde yaşamış müfessirler bu detaya pek girmeseler de, Ehl-i Kitap ile yapılan tartışmalardan bu durum haberdar idiler. İmam Cüveynî (ö. 1085) “Şifâ’ül-Ğalîl” adlı risalesinde dört İncil’in tutarsızlıklarını ve tahrifini delilleriyle ortaya koymaya çalışmıştır. Bu, Müslüman bilim insanlarının İncil’in güvenilirliği konusunu ne denli incelediğini gösterir.

Kur’an’da İncil’in muhtevasına dair bazı işaretler de mevcuttur. Şura 42:13’e göre Îsâ’ya da Nûh, İbrahim, Mûsâ gibi “dini ayakta tutma” emri verilmiştir ki bu, İncil’in Tevrat’ın tevhid ve ibadet esaslarını desteklediğini ima eder. Mâide 5:46’da İncil için “onda hidayet ve nur vardır, o Tevrat’ı tasdik edicidir” denir. Aynı ayetin devamında “mutta kiler için bir hidayet ve öğüt” ifadesi İncil’in içinde ahlak ve öğüt verici unsurlar olduğunu gösterir. Nitekim Kur’an, İncil’deki bazı kıssaları ve mesajları da kendisi aktarır: Hz. Zekeriyya ve Yahyâ’nın doğumu (Âl-i İmrân 3:37-41, Meryem 19:2-15) İncil’de (Luka 1. bölüm) benzer şekilde vardır; Hz. Meryem’e İsa’nın doğumunun müjdelenmesi (Âl-i İmrân 3:45-47, Meryem 19:16-22) İncil’de Cebrail’in Meryem’e gelişi olarak geçer (Luka 1:26-35). İncil’de yer alan konuların birçoğu Kur’an’da da geçmektedir: Örneğin Kur’an, İncil’deki havâriler, son akşam yemeği (Mâide 5:112-115; karşılığı Luka 24:36-49’da) gibi olaylara değinir. Kur’an, Fetih 48:29’da “(Muhammed’in ashabı) filizini yarıp gelişen ekine benzetilir” der, bu ifade Matta İncili 13:31-32’deki hardal tohumu benzetmesiyle paralellik gösterir.

Öte yandan Kur’an, Hristiyan ilahiyatının temel bazı noktalarını kabul etmez ve bunları bir anlamda İncil’deki tahrifat/yorum sapmaları olarak görür. Örneğin Maide 5:72-75, Hristiyanların teslis (Trinity) inancını ve Îsâ’yı ilahlaştırmasını reddeder; halbuki mevcut İnciller, özellikle Yuhanna İncili, Îsâ’nın ilahî yönünü vurgular. Kur’an, Îsâ’nın çarmıha gerilmediğini (Nisa 4:157) söylerken İncil’ler çarmıha gerildiğini anlatır. Bu tür temel ihtilaflar, İslam âlimlerince İncil’in zamanla anlam (manevî) tahrifine uğradığının göstergesi sayılmıştır. Kur’an’da doğrudan “İncil tahrif edildi” cümlesi yoksa da, “Onlardan bir kısmı, dillerini eğip bükerek Kitap’tan olduğunu sanmanız için Kitap’ta olmayanı okurlar” (Âl-i İmrân 3:78) ayeti gibi ifadeler, Hristiyan din adamlarının İncil’in mesajını çarpıttığı şeklinde yorumlanmıştır. Ayrıca Maide 5:14 “Onlar da (Hristiyanlar) kendilerine hatırlatılan şeylerin bir kısmını unuttular” diyerek bazı İncil öğretilerinin unutulduğunu söyler ki bu da manevî tahrif kategorisine girer.

Tüm bunlarla birlikte Kur’an, Hristiyanlara hitaben “Ehl-i İncil” tabirini kullanır ve onlara ellerindeki kitabı uygulamalarını emreder (5:47). Bu, İslam’ın erken döneminde, özellikle Hz. Muhammed zamanında, Hristiyanların elindeki İncil’in en azından Allah’tan gelen hakikatler içerdiği inancını gösterir. Müfessirler, 5:47’deki “İncil’de Allah’ın indirdiği ile hükmetsinler” emrini, “çünkü o İncil’de Hz. Muhammed’in geleceğine dair müjde vardır, onu kabul etsinler; İncil’in bozulmamış hükümleri de yaşansın” şeklinde anlarlar. Yani İncil tamamen geçersizleşmiş veya hükümsüz kılınmış bir kitap olarak görülmez; ancak İncil’in aslındaki dini esasların İslam ile tutarlı olduğu, mevcut şeklinin ise eksik/çarpıtılmış olabileceği fikri hâkimdir. Zaten Kur’an’a göre Hz. Îsâ da Tevrat’ı tasdik etmiş ve “Tevrat’tan bir harfi bile değiştirmeye gelmediğini” söylemiştir (Matta 5:17-18’de geçen ifadenin benzeri Kur’an’da ima edilir).

Klasik tefsirlerde Hristiyan kaynaklarından yapılan alıntılar nadir de olsa vardır. Mesela Taberî, Saf 61:6’daki “Ahmed adlı bir peygamber” müjdesini açıklarken, bazı Hristiyanların Yunanca İncil nüshalarında “Periklitos” kelimesinin aslında “Ahmed” manasına geldiğini iddia eden rivayetleri nakleder (bu konuya Faraklit bahsinde tekrar değinilecektir). Ortaçağ İslam âlimleri, ellerine ulaşan İncillerde Hz. Muhammed’e işaretler aramışlar ve bazen Tevrat ve İncil’de buldukları ifadeleri Beşâirü’n-Nübüvve adı verilen eserlerde toplamışlardır. Örneğin, İbn Kuteybeİbn Zahm gibi alimler ile Endülüslü müellif İbnü’l-Lâtîn (Pedro de Alcalá’dan Müslüman olup Abdullah et-Tercümân adını almıştır) bu konuda çalışmalar yapmışlardır. Bu çabalar, Kur’an’ın İncil konusundaki atıflarının, o dönemdeki İncil metinlerinde tam görülememesi problemine çözüm arayışıdır.

Özetle, Kur’an’da Hz. Îsâ’ya İncil verilmesi, Hristiyanların dört İncil’inin ötesinde, tek bir ilahî kaynağa dayandığı mesajını içerir. İslam’a göre İncil, Tevrat’ı doğrulayan ve kısmen tamamlayan bir öğreti getirmiştir; temel tevhid ilkeleri aynıdır, bazı helal-haram konularında ise İncil’de “bazı şeyleri helal kılma” (Âl-i İmrân 3:50) vardır ki bu da Yahudilikteki ağır şeriatın biraz hafifletilmesi anlamına gelebilir. İncil’in bugünkü haliyle orijinalinden uzaklaşıp uzaklaşmadığı konusu, İslam’da tahrif başlığı altında tartışılmıştır. Genel kanı, İncil’in metninin tamamen uydurma olmadığı, içinde hâlâ Allah’tan gelen hakikatler bulunduğu, ancak zamanla ilaveler ve yorum farklılıklarıyla özünün gölgelendiği yönündedir. Bu yüzden Kur’an, Hristiyanları İslam’a davet ederken “Geliniz, ortak bir kelimede buluşalım” (Âl-i İmrân 3:64) diyerek, ortak payda olan tevhide dönmeye çağırır – ki bu da İncil’in aslında tevhidî mesaj taşıdığının kabulüdür.

2.4 Hz. İbrâhim (ve yeniden Mûsâ) – Suhuf (Sayfalar)

Kur’an’da doğrudan bir kitap ismi verilmeksizin, Hz. İbrâhim ve Hz. Mûsâ’nın suhuf (sahifeler) aldığından bahseden ayetler bulunmaktadır:

·         A‘lâ 87:18–19: “Şüphesiz bu (anlatılanlar), öncelerdeki sahifelerde vardır; İbrâhim ve Mûsâ’nın sahifelerinde.” – Burada A‘lâ suresinin önceki ayetlerinde bahsedilen bazı temel ahlaki öğretilerin, İbrâhim ve Mûsâ’ya indirilen sahifelerde de bulunduğu belirtilir.

·         Necm 53:36–37: “Yoksa Mûsâ’nın sahifelerinde olan şeyden haberdar olmadı mı? Ve çok vefalı İbrâhim’in (sahifelerindeki) sözden?” – Bu ayetlerde de müşriklere bir uyarı olarak, önceki kutsal metinlerdeki ilahî öğütleri bilmedikleri soruluyor.

Bu iki pasaj Kur’an’da “suhuf” teriminin geçtiği yerlerdir. Anlaşılmaktadır ki Hz. İbrâhim’e ve Hz. Mûsâ’ya, belki Tevrat’tan ayrı olarak, bazı sahifeler verilmiştir. İslam geleneğinde bu sahifelerin muhtevası konusunda bazı rivayetler vardır: Örneğin bir hadis rivayetine göre Hz. İbrâhim’in sahifelerinde daha çok hikmetli vecizeler ve öğütler vardı, Hz. Mûsâ’nın sahifeleri ise öğüt ve ibret verici kıssalar içeriyordu (bu rivayet güvenilirliği tartışmalı olsa da literatürde geçer). Ayrıca yukarıda değinilen rivayette toplam 100 sahifeden İbrâhim’e 10, Mûsâ’ya 10 sahife verildiği belirtilir. Buradaki “Mûsâ’ya 10 sahife” ifadesi, belki Mûsâ’ya Tevrat’tan önce veya Tevrat’ın bir parçası olarak verilen On Emir levhalarını ima etmektedir.

Klasik tefsirler: Bu ayetlerin tefsirinde müfessirler genellikle “suhuf”u küçük kitapçıklar, sayfalar olarak yorumlarlar. Taberî, A‘lâ 87:18-19’u tefsir ederken “önceki sahifeler” ifadesinin geçmiş peygamberlere inen kutsal metinler olduğunu, bunların özelde İbrâhim ve Mûsâ’nın sahifeleriyle kastedildiğini belirtir. Fahreddin Râzî de bu sahifelerde yer alan mesajların temel dini hakikatler olduğunu söyler. Nitekim A‘lâ suresinin 17. ayetine kadar sıralanan öğütler (Allah’ı zikretmek, ahiretin dünya hayatından hayırlı olması vb.) hemen ardından “Bu, önceki sahifelerde de vardır, İbrâhim ve Mûsâ’nın sahifelerinde” şeklinde gelerek süreklilik gösterir. Müfessir İbn Kesîr, buradaki Mûsâ’nın sahifelerinin Tevrat olabileceğini veya Tevrat’tan ayrı Mûsâ’ya ilk verilen levhalar olabileceğini belirtir; İbrâhim’in sahifeleri konusunda da Kur’an’da başka bilgi olmadığını, rivayetlere dayalı birkaç söz bilindiğini ekler. Bu rivayetlerden biri şöyledir: “Hz. İbrâhim sahifelerinde denildi ki: Ey dünya malına tamah eden kral, sana dünya verildiği kadar sen ondan Allah yolunda harca; ey fakir, kalbini dünya malına kaptırma…” gibi ahlaki öğütler zikredilir (bu rivayet İbn Hibban ve Hakim gibi muhaddislerin kitaplarında geçer).

İslam inancına göre Hz. İbrâhim, tarih olarak Tevrat’tan çok önce (MÖ ~1800’ler) yaşamıştır. Dolayısıyla onun sahifeleri, belki nesilden nesile intikal eden bir tevhid öğretisinin yazılı parçaları olabilir. Bu sahifelerin hiçbir izi, ne Yahudi ne Hristiyan ne de eldeki diğer kaynaklarda net olarak tanımlanamamıştır; ancak bazı apokrif geleneklerde “İbrahim’in Kitabı” veya “İbrahim’in Vasiyeti” gibi eserler bulunur. Örneğin Gnostik literatürde “İbrahim’in Vahyi” gibi metinler mevcuttur fakat bunlar Kur’an’ın atıf yaptığı şey midir bilinmez. Kur’an sadece İbrâhim’e de vahiy geldiğini (Nahl 16:123) ve O’nun “Müslüman (Allah’a teslim olmuş) önder” olduğunu bildirir (Bakara 2:130-133, Âl-i İmrân 3:67). Dolayısıyla İbrâhim’in sahifeleri muhtemelen tektanrıcı inancın ve ahlaki emirlerin bir özetiydi.

Hz. Mûsâ’nın sahifeleri konusu ise, Tevrat ile ilişkili olabilir. Zira Kur’an’da A‘râf 7:145’te Allah, Mûsâ’ya levhalarda “her şeyden öğüt ve her şeyin açıklamasını” yazdığını söyler. Bu levhalar muhtemelen On Emir’i içeriyordu (Çıkış 20’deki). Belki de Kur’an, Mûsâ’nın aldığı o ilk yazılı emirleri “suhuf” kapsamında değerlendiriyor. Necm 53:36 Mûsâ’nın sahifelerine atıf yaparak “ondaki haberi” hatırlatıyor; takip eden Necm 53:38-41, “Hiçbir günahkâr başkasının yükünü yüklenmez… İnsan için ancak çalıştığı vardır… Ameline karşılık görülecektir…” gibi temel prensipleri sayıyor. Bu prensipler gerçekten de Tevrat’ın temel öğretileriyle (özellikle Ezekiel 18:20 gibi ayetlerle) paraleldir. Bu da Mûsâ’ya verilen sahifelerin, belki Tevrat’ın özlü ilkeleri olabileceğini gösterir.

Kısaca, Kur’an’da İbrâhim ve Mûsâ’nın sahifeleri, önceki vahiy geleneğine atıf yaparak İslam mesajının onlarla da uyumlu olduğunu belirtir. Bu sahifeler, Tevrat ve İncil gibi kapsamlı kitaplar değil, daha küçük vahiy bölümleri olabilir. İslam inancında bunların orijinali elimizde değildir; fakat Kur’an, onlardaki önemli mesajların kendi içinde de yer aldığını beyan etmektedir (özellikle A‘lâ suresindeki pasaj). Bu da İslami teolojik yaklaşımın temelidir: Bütün peygamberlerin öğretileri özü itibariyle aynı ilahî hakikati taşır (Şûrâ 42:13).

2.5 Hz. Muhammed – Kur’an (el-Kur’ân)

Son peygamber Hz. Muhammed’e (sav) nazil olan kitap Kur’an-ı Kerîm’dir. Kur’an, kendisini önceki kitapları tasdik eden ve onların yerine geçen nihai vahiy olarak tanımlar. Kur’an için kullanılan “el-Kitâb” ve “el-Furkân” gibi isimler de vardır, ancak en özel ismi “Kur’an”dır (okunan metin anlamında). İlgili ayetlerden bazıları:

·         Bakara 2:2: “Şu kitap (Kur’an), onda şüphe yoktur, muttakiler için hidayettir.”

·         Nisâ 4:174: “Ey insanlar! Size Rabbinizden bir burhan (kanıt) geldi, ve size apaçık bir nur indirdik.” (Buradaki “nur”un Kur’an olduğu tefsir edilir).

·         Maide 5:48: “(Ey Muhammed!) Sana da, daha önceki kitapları tasdik edici ve onları koruyucu (müheymin) olarak Kitab’ı (Kur’an’ı) hak ile indirdik…” – Bu ayet Kur’an’ın önceki vahiyleri doğrulayıp üstlendiğini gösterir.

·         İsra 17:9: “Gerçekten bu Kur’an, en doğru olana iletir ve iyi işler yapan müminlere büyük bir ecir olduğunu müjdeler.”

·         Şuara 26:192-196: “Şüphesiz bu (Kur’an), âlemlerin Rabbinden inmiştir. Onu Ruhu’l-emin indirdi, uyarıcılardan olasın diye senin kalbine (indirdi). Apaçık Arapça bir dille. Öncekilerin sahifelerinde de o (Kur’an) bahsedilmiştir.” – Son cümlede, Kur’an’ın önceki kutsal metinlerde müjdelendiğine işaret vardır.

·         Fussilet 41:41-42: “Kendilerine zikir (Kur’an) geldiğinde onu inkâr ettiler… O, çok şerefli bir Kitap’tır; batıl ne önünden ne ardından ona yaklaşamaz. Hikmet sahibi, çok övülen Allah’tan indirilmiştir.”

·         Kadr 97:1: “Biz onu (Kur’an’ı) Kadir gecesinde indirdik.” – Bu ve Duhan 44:3 ayeti, Kur’an’ın indirilmeye başlandığı mübarek zamanı bildirir.

Klasik tefsirler: Kur’an hakkında müfessirler oldukça kapsamlı yazmışlardır. Burada konumuz gereği, Kur’an’ın önceki kitaplarla ilişkisi ve bir peygambere “kitap verilmesi” açısından durumu özetlenecektir. Kur’an, Hz. Peygamber’e Cebrâil vasıtasıyla yaklaşık 23 yıllık bir sürede parça parça inmiştir. Bu durum, önceki kitaplardan farklı bir vahiy sürecidir. Fahreddin Râzî ve diğerleri, bu tedrici indirilişin hikmetinin, Kur’an’ın kolayca anlaşılması, uygulanması ve ezberlenmesi için olduğunu belirtir. Kur’an bizzat kendisi de bu soruya Furkan 25:32’de cevap verir: “Onu böylece indirmemizin sebebi, kalbini sağlamlaştırmak içindir; onu tertil üzere okuduk (bölüm bölüm indirdik).”

Kur’an, kendinden önceki Tevrat ve İncil’i tasdik ettiğini defaatle vurgular (örneğin Âl-i İmrân 3:3, Maide 5:48). “Tasdik”ten kasıt, onların ilahî menşeine onay vermek ve içerdiği hakikate şahitlik etmektir. Ancak Kur’an aynı zamanda “müheymin” olduğunu, yani önceki kitaplar üzerinde koruyucu, gözetici ve şahit olduğunu söyler (Maide 5:48). Müfessirler “müheymin” kelimesini, “Kur’an önceki kitapların doğrularını teyit eder, tahrif edilen kısımlarını ortaya koyar” şeklinde açıklar (Taberî; Elmalılı Hamdi Yazır da benzer şekilde “onların yanlışlarını düzeltir” demiştir). Bu nedenle Hz. Muhammed’e Kur’an verilmesi, İslam inancına göre önceki vahiy zincirinin taçlanması ve hatalarının düzeltilmesidir.

Kur’an’ın mucizevî bir yönü de, anında yazıya geçirilip korunması olmuştur. Hz. Peygamber döneminde Kur’an parçalar halinde yazılmış, kısa süre sonra da kitap haline getirilmiştir. Bu, önceki kutsal metinlerin başına gelen tahrif riskini en aza indirmiştir inancını doğurur. Zira Kur’an, bizzat kendisi için “Şüphesiz zikri (Kur’an’ı) biz indirdik, biz koruyacağız” der (Hicr 15:9) – müfessirler burada “koruma” vaadini, hem hafızların ezberi hem yazıya geçirilmesi hem de ilahî gözetimle bozulmadan kalması şeklinde anlamışlardır.

Hz. Muhammed’e kitap verilmesi kavramı, İslam geleneğinde “risalet” kavramıyla örtüşür. Yani O hem nebî hem resûldür; kendisinden önce gelen şeriatleri tasdik eder ama aynı zamanda yeni bir şeriat ile gelir. Bu nedenle Kur’an, hem önceki kitapların hükümlerini kısmen devam ettiren (örneğin tevhid, namaz, oruç gibi kavramlar İslam’dan önce de vardı) hem de bazı yeni hükümler getiren bir kitaptır. Örneğin Bakara 2:187’de, önceki dinlerde olmayan (veya farklı olan) teravih gecesi eşlerle birlikte olma yasağının kaldırılması gibi, yeni kolaylıklar getirdiğinden bahsedilir. Kur’an, kendisini “furkan” (hak-batıl ölçüsü) olarak niteler, böylece insanlığın önceki dinlerde karıştırdığı noktaları netleştirir.

Klasik tefsirciler, Kur’an’ın önceki kitaplarda müjdelendiği hususunu da işlerler. A‘râf 7:157’deki “yanlarındaki Tevrat ve İncil’de yazılı bulacaklar” ifadesini açıklarlar. Taberî burada, Tevrat’ta geçen “Paraklit” (Faraklit) meselesine girmez ama bazı ferasetli alimler bunu İbranice “Mahmad” (istemeğe değer, kıymetli) kelimeleriyle ilişkilendirirler. Nitekim Tevrat’ın Mezmurlar 5:16’da ve Yuhanna İncili’nde geçip Hristiyanlarca Kutsal Ruh olarak tevil edilen “Parakletos”un (Yunanca “Tesellici”) aslında Aramice’de “Menahhemana” (Tesellici) olup Ahmed’e işaret ettiğini savunanlar olmuştur. İslam literatüründe bu konuya adanmış “delail” veya “beşair” kitapları bulunur.

Sonuç olarak Hz. Muhammed’e verilen Kur’an, İslam’a göre önceki bütün kitapların özünü içeren, onları doğrulayan ama insanlarca eklenmiş yanlış anlamaları gideren son ilahî kitaptır. Bu itibarla Kur’an, hem kendinden önceki kitapları onaylar (onların da Allah’tan indiğini bildirir), hem de onların yerini alır. Bu sebeple, Kur’an nazarında “Kitap verilen peygamberler” silsilesinin son halkası Hz. Muhammed’dir ve kıyamete dek geçerli olacak bir kitap ile gönderilmiştir. Bu kitabın önceki kitaplardan farklı dillerde olması (Arapça) bile başlı başına incelenmiş bir konudur. Bazı Batılı iddialara göre, Hz. Muhammed Arapça’ya çevrilmiş İncil veya Tevrat’tan bilgileri duymuş olabilirdi; fakat tarihi kayıtlar, o dönemde Arapça’ya tam bir çeviri olmadığı ve Hz. Muhammed’in okuma yazma bilmediği (ümmî) gerçeğiyle bunu çürütür. Müslümanlar, Kur’an’daki bilgilerin kaynağını vahiy olarak kabul ederken, bazı oryantalistler ilk dönem Hristiyan-Nesturi veya Yahudi topluluklarından duyduklarıyla yazıldığını iddia etmiştir. Bu iddialar İslam âlimlerince kesin bir dille reddedilmiştir. Zira Kur’an, üslup ve içerik olarak önceki kitaplardan farklı ve Arap toplumuna meydan okur nitelikte bir mucizedir.

Kur’an, önceki peygamberlere verilen sahifeleri de içinde barındırdığını ima eder. Şuara 26:196’da “Şüphesiz o (Kur’an), evvelkilerin zübür (kitapları)nde de vardı” buyrulur. Bu ifade, Kur’an mesajının önceki kutsal metinlerde geleceğine dair işaretler veya benzer öğretiler bulunduğunu belirtir. Nitekim bir örnek: Lokman suresindeki anne-babaya iyilik emri, Tevrat’ın On Emir’inde de vardır; Kevser suresindeki kurban emri, İbrahim’in sünnetine dayanır vs. Bu yönüyle Kur’an, tüm önceki kitapların doğruladığı “ortak hakikati” temsil eder.

Tablo 1: Kur’an’da Kitap Verilen Peygamberler – Ayetler ve Klasik Tefsir Özeti

Bu tablo, Kur’an’da kendisine kitap indirildiği belirtilen peygamberleri, ilgili ayetleri, klasik tefsirlerdeki temel yorumları ve notları özetlemektedir.

Peygamber (Kitap)

İlgili Kur’an Ayetleri

Anahtar İfade

Klasik Tefsir Özeti

Notlar

Mûsâ (Tevrat)

Bakara 2:87, 2:136; Âl-i İmrân 3:3-4, 3:48, 3:65; Mâide 5:44-47, 5:66-68; En‘âm 6:91; A‘râf 7:157; Tâ-Hâ 20:133; Kasas 28:43; Secde 32:23; Mü’min 40:53 vb.

“Mûsâ’ya Kitabı verdik”; “Tevrat’ı indirdik, onda hidayet ve nur vardır”

“Kitap” ile kastedilen Tevrat’tır. Tevrat, Mûsâ’ya levhalar halinde verilen şeriat kitabıdır; içinde ahkâm ve öğütler vardır. Taberî: Tevrat, Allah’ın Musa’ya indirdiği kanundur; Yahudiler onu tahrif etmeye yeltendi. İbn Kesîr: Tevrat bir defada nazil oldu, Kur’an ise tedricen.

Tahrif meselesi: Kur’an, Yahudilerin Tevrat’ı “dillerini eğip bükerek” (yorumla) bozduğunu ima eder. Mevcut Tevrat’ın Hz. Musa’ya inenle aynı olup olmadığı tartışmalıdır.

Dâvûd (Zebûr)

Nisâ 4:163; İsrâ 17:55; Enbiyâ 21:105.

“Dâvûd’a Zebûr’u verdik”; “Zikr’den sonra Zebûr’da yazdık ki…”

Zebûr, Davud’a indirilmiş kitap; ahkâm içermez, 150 surelik ilahi ve hikmetler mecmuasıdır. Taberî: Zebûr özel isimdir, Davud’un kitabının adı. Kurtubî: Zebûr’da helal-haram hükmü yok, sadece öğüt vardır. 21:105’teki ifade Mezmur 37’ye atıf yapar.

Zebûr = Mezmurlar. Mevcut Mezmurlar’da büyük ölçüde manevi içerik bulunur, bu da Kur’an’ın tarifine uyar. 21:105’teki alıntı, Tevrat/Zikr’den sonra Zebur’da da aynı vaadin bulunduğunu gösterir. İslam’da Zebur’un metni fazla tartışılmamıştır, tahrif iddiası zayıftır (çünkü doktrin değil, ilahi kitabıdır).

Îsâ (İncil)

Âl-i İmrân 3:3, 3:48, 3:65; Mâide 5:46-47, 5:66, 5:68; Tevbe 9:111; Hadîd 57:27; Saf 61:6; A‘râf 7:157 (Îsâ’nın İncil’de Muhammed’i müjdelemesi) vb.

“Îsâ’ya İncil’i verdik”; “İncil ehli Allah’ın onda indirdiği ile hükmetsin”

İncil, Îsâ’ya gelen vahiydir, tevhid ve ahlak mesajıdır. Klasik tefsir: İncil Tevrat’ı tasdik etti, bazı helallikler getirdi (Âl-i İmrân 3:50). Râzî: İncil bir defada indi (Ramazan’ın 13. gecesi). Taberî: 5:47’yi, “İncil’de Muhammed’in müjdesi var, ona uyun” şeklinde yorumladı. Müfessirler, İncil’in dört kitap değil, tek kitap olduğunda hemfikirdir.

Kur’an’da “İncil” hep tekil geçer – Hristiyanların dört İncil’i değil, Îsâ’ya verilen tek bir kitap kastedilir. İncil’in bugünkü hali (dört kanon) ile Kur’an’ın İncil anlayışı farklıdır. Tahrif: Kur’an, Hristiyanların kitabı tahrif ettiğine dair dolaylı ifadeler kullanır (5:14, 5:77). Özellikle teslis ve İsa’nın ulûhiyeti gibi konuları reddeder – bunlar İncil’deki anlam tahrifine örnek sayılır.

İbrâhim & Mûsâ (Suhuf)

Necm 53:36-37; A‘lâ 87:18-19.

“İbrâhim ve Mûsâ’nın sahifeleri”; “Mûsâ’nın sahifelerinde olan…”

“Suhuf” peygamberlere verilen küçük vahiy kitapçıklarıdır. Taberî: 87:18-19’da geçen sahifeler, geçmiş kitapların asılları olup özellikle İbrâhim ve Musa’nınkiler zikredilir. İbrâhim’in sahifeleri hikmetli öğütler içerir (rivayete göre 10 sahife). Musa’nın sahifeleri, Tevrat’ın levhaları veya Tevrat’ın özü olabilir. İbn Kesir: Necm 53’deki “Mûsâ’nın sahifeleri”, On Emir’e işaret edebilir.

Bu sahifeler, geniş kitlelere ulaşmamış, izleri kaybolmuş vahiylerdir. Kur’an, İbrâhim ve Musa sahifelerinden bazı temel ilkeleri (kimse başkasının yükünü çekmez, insan emeğinin karşılığını alır vb.) kendi bünyesinde zikreder (53:38-41), böylece İslam’ın önceki vahiylerle tutarlılığını gösterir. Yahudi ve Hristiyan geleneğinde “İbrahim’in Kitabı” gibi apokrifalar olsa da, Kur’an’ın referansı ilahi kaynağa vurgu amaçlıdır.

Muhammed (Kur’an)

Bakara 2:2; İsrâ 17:9; Şuarâ 26:192-196; Neml 27:6; Ankebut 29:48; Fussilet 41:41-42; Ahzâb 33:40; Muhammed 47:2; vb.

“Bu (Kur’an) şüphe yok ki indirilmiştir”; “Kitab’ı sana hak ile indirdik, önceki Kitapları tasdik edici ve koruyucu olarak”

Kur’an, Hz. Muhammed’e 23 yılda parça parça inen son ilahi kitaptır. Kendi kendini “hidayet, nur, furkan, zikir” olarak tanımlar. Müfessirler: Kur’an, önceki kitapların doğrularını tasdik, yanlışlarını tashih eder. Elmalılı: Kur’an evrensel ve ebedidir; lafzı da manası da Allah tarafından korunur (15:9). Klasikler, Kur’an’ın üslup ve nazmını mucizevi bulur, insan eserine benzemediğini vurgularlar.

Kur’an, önceki bütün kitapları kapsayan ve sonlayan bir vahiydir. Tarihsel olarak en iyi korunan kitaptır (ilk nesilden itibaren yazılıp ezberlenmiştir). İçerik olarak tevhid ve ahlakta süreklilik sağlarken, önceki şeriatlerdeki bazı hükümleri neshetmiş (örneğin cumartesi yasağı, bazı yiyecekler), bir kısmını teyit etmiştir (örneğin zina yasağı, faiz yasağı vs. her vahiyde vardır). Tahrif: Müslüman inancına göre Kur’an’da tahrif olmamıştır; bu, Allah’ın koruma vaadiyle de sabittir (15:9).

Tablo 1’den görüldüğü üzere, Kur’an’daki atıflar peygamberlerin kitaplarına yönelik tutarlı bir çerçeve sunmaktadır: Tevrat hukuki ve itikadi rehber, Zebûr manevi-ilahi derleme, İncil ise önceki şeriatı tasdik edip bazı yenilikler getiren müjdeleyici bir vahiydir. Kur’an ise bunların hepsini onaylayıp denetleyen, nihai mesajdır. Klasik tefsirler bu anlayışı desteklerken, tahrif kavramı özellikle Tevrat ve İncil bağlamında önemli yer tutar. Sonraki bölümlerde, bugünkü Tevrat ve İncil’in tarihi ve muhtevası ele alınarak Kur’an’ın bu kitaplarla benzeşen ve ayrışan yönleri incelenecektir.

3. Bugünkü Tevrat ve İncil’in Haritası

Kur’an’ın “Tevrat” ve “İncil” olarak adlandırdığı vahiyler, günümüzde Yahudi ve Hristiyan kutsal metinleri içinde karşılık bulmaktadır. Ancak bu karşılıklar birebir değildir. Bu bölümde Yahudi Kutsal Kitabı (Tanah) ve Hristiyan Yeni Ahit (İncil)’in yapısı, oluşumu ve çeşitleri özetlenecek; ayrıca bu metinlerin Kur’an’ın bahsettiği orijinal vahiylerle ne ölçüde örtüştüğü değerlendirilecektir. Konunun anlaşılması için, önce Yahudi ve Hristiyan kanonlarının bileşenlerini tanımlayalım:

  • Tanah (İbranî Kutsal Kitap): Yahudilerin kutsal yazılarının tamamına verilen addır. Tora (Tevrat)Nevi’im (Peygamberler) ve Ketuvim (Yazılar) olmak üzere üç ana bölümden oluşur. Tevrat/Tora, Tanah’ın ilk beş kitabıdır ve Yahudi dininin temeli kabul edilir. Klasik olarak “Musa’nın Beş Kitabı” (Tekvin/Yaratılış, Çıkış, Levililer, Sayılar, Tesniye) diye anılır. Nevi’im bölümü, Yeşu, Hakimler, Samuel, Krallar gibi tarihi kitaplar ve büyük-küçük peygamberlerin kitaplarını içerir. Ketuvim ise Mezmurlar (Zebur), Süleyman’ın Özdeyişleri, Eyüp, Daniyel, Ezra, Tarihler gibi çeşitli yazılardan oluşur.
  • İncil (Yeni Ahit): Hristiyanların kutsal kitabının ikinci kısmıdır (Birinci kısım Yahudi Kutsal Kitabı = Eski Ahit’tir). Yeni Ahit, dört kanonik İncil (Matta, Markos, Luka, Yuhanna), Elçilerin İşleri (Resullerin İşleri)Pavlus ve diğer elçilerin mektupları (Romalılara, Korintlilere vb.) ve Vahiy (Apokalips) olmak üzere 27 kitaptan oluşur. Dört İncil, Hz. İsa’nın hayatını ve öğretilerini anlatan biyografik anlatılardır, her biri farklı yazarlar tarafından kaleme alınmıştır.

Bu temel tanımlardan hareketle, “bugünkü Tevrat ve İncil’in haritası” deyince şunları inceleyeceğiz:

3.1 Tevrat/Tanah’ın Metin Geleneği ve Versiyonları

Masoretik Metin (MT): Bugün Yahudilerin ve çoğu Hristiyan kilisesinin Eski Ahit metni olarak benimsediği İbranice metin, Masoretik Metin olarak bilinir. Bu, MS 6.-10. yüzyıllar arasında Yahudi bilginler (Masoretler) tarafından İbranice harflere sesli okunuş eklenerek standardize edilen metindir. En eski tam Masoretik elyazmalarından biri MS 10. yy’dan kalma Aleppo Kodeksi ile Leningrad Kodeksidir (MS 1008). Masoretik metin, Yahudi geleneğinde “Tanzil olmuş gibi” kutsallaştırılmış ve çoğaltılırken son derece titiz davranılmıştır. Kur’an’ın “Tevrat” atfı, tarihsel olarak bu Masoretik metindeki Tevrat bölümüne tekabül eder diyebiliriz; ancak Masoretik metin, İslam’ın doğuşundan yüzyıllar sonra son halini almıştır.

Septuaginta (LXX): MÖ 3. yüzyılda İskenderiye’de Yahudi bilginler, Tevrat’ı Yunancaya tercüme etmişlerdir (rivayete göre 70 kişi çevirdiği için “Yetmişler çevirisi” anlamında Septuaginta denir). LXX, zamanla tüm Tanah’ı Yunanca kapsayacak şekilde genişledi. Hristiyan Kilisesi’nin ilk döneminde (özellikle Yunanca konuşan kiliselerde) Eski Ahit metni olarak LXX kullanılmıştır. Septuaginta’nın Tevrat çevirisi ile Masoretik metin arasında bazı farklılıklar vardır. Örneğin kronolojilerde, bazı sayı ve özel isimlerde ufak tefek ayrılıklar mevcuttur. Bazı metin parçaları LXX’de biraz daha uzun veya kısadır (mesela Yeremya kitabı LXX’de Masoretik’ten %15 daha kısadır). Kur’an açısından, Tevrat’ın Yunanca çevirisinin değil orijinal dilindeki aslının vahiy olduğu düşünülür; ancak LXX’nin Yahudi geleneğinde dahi zaman zaman eleştirildiği (bazı yorumcular Yahudilerin LXX’yi sonradan pek benimsemediği) bilinir. Yine de LXX, İslam’ın iddiaları bakımından önemlidir: Mesela Yeşaya 7:14’te Masoretik “genç kadın gebe kalacak” derken LXX “bakire gebe kalacak” der, bu ifade Hristiyanlarca Mesih’in bakireden doğumuna mesnet yapılır. Kur’an da Meryem’in bakire iken İsa’ya hamile kaldığını söyler, ancak bunu Yeşaya’ya atıfla değil, doğrudan vahiyle bildirir. Bu tür örnekler, farklı metin geleneklerinin teolojik etkilerini gösterir.

Samaritân Tevratı: Yahudilerden ayrı bir topluluk olan Samirîler, sadece Tevrat’ın ilk beş kitabını kutsal kabul ederler ve kendi İbranice harfleriyle yazılmış bir Tevrat versiyonları vardır. Samaritân Tevratı, Masoretik metinle büyük ölçüde benzerdir; ancak özellikle ibadet merkezi konusunda farklılık barındırır. Örneğin On Emir’in Samirî versiyonunda, “Bir sunak yap ve üzerimde kurban kes (Gerizim Dağı’nda)” şeklinde ek bir emir vardır – Samirîler kutsal makamın Kudüs değil Gerizim Dağı olduğunu savunurlar. Samirî Tevratı ayrıca bazı isimlerde ve küçük kronolojik bilgilerde de değişikler içerir. Arkeolojik bulgu olarak Ölü Deniz Parşömenleri (DSS) arasında Samirî metnine benzeyen nüshalar bulunmuştur ki bu, Samirî versiyonun çok eski bir metin geleneğine dayandığını gösterir. Kur’an, Samirî Tevratına dair bir şey söylemez; ancak Samirîlerin varlığı (Ta-Ha 20:85’te “Sâmirî” kıssası) dolaylı olarak biliniyordu. Samirî Tevratı’nın mevcudiyeti, Tevrat metninin tek tip olmadığını, farklı cemaatlerde farklı versiyonlarının yaşadığını ispatlar – bu da tahrif iddiası tartışmalarında Müslümanların dikkat çektiği hususlardan biridir.

Ölü Deniz Parşömenleri (DSS): 1947’de Qumran’daki mağaralarda keşfedilen MÖ 3. – MS 1. yüzyıllara ait binlerce parça elyazması arasında hemen her Eski Ahit kitabından fragmanlar bulundu. Özellikle İşaya Parşömeni (MÖ ~100) neredeyse tüm İşaya kitabını içeriyordu. Bu keşif, İbranice Kutsal Kitap metninin tarihsel aktarımları hakkında çok önemli veriler sağladı. Sonuç olarak görüldü ki, MS 10. yy’da sabitlenen Masoretik metin, büyük ölçüde MÖ 1. yy’da da mevcut olan bir metin çizgisini temsil ediyor; ancak bazı parşömenler LXX’deki okumaları desteklerken, bazıları Samirî Tevratına yakındır. Yani ikinci Tapınak döneminde (İsa’dan önceki asırlar) Yahudi kutsal metinlerinde metin varyantları vardı. Mesela DSS’deki Samuel kitabı fragmanları, Masoretik’te eksik olan bazı cümleleri içerir (LXX’de mevcut olan). Bu bulgular, Tevrat metninin tahrifi meselesinde Müslüman akademisyenlere argüman da sağlamıştır: Eğer farklı versiyonlar varsa, “hangisi orijinal?” sorusu meşrudur. Öte yandan, DSS’ler gösterdi ki, Tevrat metninin ana hatları MÖ 2. yy’dan beri oldukça sabit kalmış; öyle toptan ekleme-çıkarmalar yapılmamıştır. Bu da Yahudi-Hristiyan tarafının tezini destekler.

Bugünkü Tevrat (Pentateuch): Modern eleştirel tarih, Tevrat’ın Hz. Musa döneminde (MÖ ~13.-12. yy) yazıya geçirilip geçirilemeyeceğini tartışır. Belgesel Hipotez denilen teoriye göre Tevrat, birden çok kaynak belgenin (J, E, P, D olarak anılır) MÖ 8.-5. yy’lar arasında derlenmesiyle oluşmuştur. Örneğin Tekvin ve Çıkış’taki bazı tekrarlar ve üslup farkları, farklı geleneklerin bir araya getirildiğini düşündürür. Musa’nın ölümünü anlatan Tesniye 34. bölüm de Musa’nın kendisi tarafından yazılmış olamaz. İslam âlimleri de Orta Çağ’dan itibaren buna benzer gözlemlerde bulunmuşlardır. Örneğin 9. yy’da yaşamış müfessir Nahhas, Tevrat’ta Musa’nın ölümünden bahsedildiğini, dolayısıyla Tevrat’ta başka peygamberlerin eli olabileceğini not eder (bu nadir bir tespittir). Endülüs alimi İbn Hazm da Tevrat’ta açık çelişkiler, ahlak dışı anlatılar tespit edip, bunun Musa’nın kitabı olamayacağını ileri sürmüştür. Bu gibi eleştiriler, esasında modern belgesel hipotezle farklı saiklerle de olsa örtüşür: Tevrat bugünkü haliyle birebir Hz. Musa’nın kaleminden çıkmış bir metin değildir. Ancak Müslüman yaklaşım, bu sonucu Musa sonrası tahrifat veya kaybolma şeklinde yorumlarken, modern akademi bunu doğal derleme süreci olarak görür.

Özetle, güncel Tevrat metni derken, bir yanda İbranice Masoretik standardı, öte yanda ondan sapmalar gösteren LXX ve Samirî versiyonları ile DSS bulgularını düşünmeliyiz. Aşağıda, Tevrat’ın bu metinlerinin temel özelliklerini karşılaştıran bir tablo verilmiştir:

Tablo 2: Tevrat Metin Geleneklerinin Karşılaştırması

Metin Geleneği

Dil ve Dönem

Özellikler

Kur’an ile İlişki

Masoretik Metin (MT) – Yahudi Standart Metni

İbranice; MS 6.-10. yy’da şekillenmiştir (kökleri MÖ 2-1. yy’a uzanır).

24 kitaplık Tanah’ın otoritatif versiyonu. Noktalama ve seslendirme işaretleri eklenerek dondurulmuştur. En eski tam nüsha MS 1008 tarihli Leningrad Kodeksi’dir.

Kur’an’ın “Tevrat” dediği metin büyük oranda budur (özellikle ilk beş kitap). Ancak Kur’an, bu metindeki bazı hususların gizlendiğini veya tahrif edildiğini söyler (2:79 vb.). Masoretik Tevrat’ın tekstüel olarak korunmuşluğu, Kur’an’ın bahsettiği “elleriyle kitap yazma” fiilinin kenarda (Talmud gibi) gerçekleştiğini düşündürür.

Septuaginta (LXX) – Yunanca Çeviri

Yunanca; MÖ 3. yy (Tevrat), MÖ 2-1. yy (diğer kitaplar).

Tanah’ın en eski çevirisi. Bazı ek kitaplar ve bölümler içerir (ör. Ek mezmurlar, Esther ve Daniel’de ekler). Hristiyanlarca kullanılmış, Yahudiler sonradan mesafe koymuştur.

Kur’an doğrudan LXX’den alıntı yapmaz; ancak Hristiyanların Tevrat algısı LXX üzerinden olagelmiştir. Kur’an’ın Zebur atfındaki Mezmur 37:29’u Arapça bilmeyen bir Hristiyan belki LXX (Yunanca) veya Latince metinden bilebilirdi. İslam literatürü LXX’yi pek bilmez, ancak modern Müslüman araştırmacılar tahrif iddiasını incelerken LXX-MT farklarını ele alırlar (ör. Yaratılış’taki nesiller kronolojisi LXX’de farklıdır).

Samaritân Tevratı – Samirî Versiyon

Eski İbranice (Samaritî alfabesi); muhtemelen MÖ 4.-3. yy’dan kalma bir gelenek, bugünkü nüshalar MS ilk binyıldan.

Sadece Tevrat’ın beş kitabını içerir. Yahudi (MT) Tevratı ile ~6000 küçük farkı vardır. Önemli fark: İbadet yeri olarak Kudüs değil Gerizim Dağı’nı kutsal kılar (Çıkış 20 ve Tesniye 5’te ek emir).

Kur’an’da Samirî topluluğa ima vardır (20:85’te “Samirî”). Tevrat’ın farklı bir versiyonunun varlığı, Kur’an’ın Tevrat konusunda “elleriyle yazdılar” eleştirisine destek gibi yorumlanabilir: Bu iki versiyondan biri öbürüne göre tahrif sayılabilir. Ancak müfessirler bu detaya girmemiştir. Günümüzde Müslüman ilahiyatçılar, Samirî Tevratı ile MT’yi karşılaştırarak, Tevrat metninin zaman içinde değişebildiğini göstermeye çalışırlar.

Ölü Deniz Parşömenleri (DSS) – Kumran Nüshaları

İbranice (birkaç Aramice); MÖ 3. yy – MS 1. yy arası yazmalar.

İşaya’nın tam metni, Tekvin’den Mezmurlara binlerce fragman. Metinlerin bazıları MT ile neredeyse aynı (İşaya mesela %95 aynı), bazıları LXX’ye yakın okumalar barındırıyor. Ayrıca kanonda yer almayan bazı kitaplar da var (Henok, Jubile vs.).

DSS bulguları, Kur’an açısından çifte yönlü değerlendirilebilir: 1) Tevrat metni büyük oranda korunmuş (demek ki toptan bozulma yok); 2) Aynı zamanda farklı metin gelenekleri var (demek ki insanlar yazarken farklı aktarmış, kısmen tahrif mümkün). Müslüman akademisyenler, DSS’de mesela Mezmur 37:29’un aynen bulunmasını “Zebur’daki vaadin gerçekten eskiden beri var olduğunu” gösteren bir kanıt olarak değerlendirebilir.

Yukarıdaki tablo, Tevrat metinlerinin tarih boyunca tek bir sabit metin olmayıp, birden fazla geleneğe sahip olduğunu ortaya koyar. Özellikle Masoretik-LXX-Samaritân üçlüsü, İslam’ın doğuşundan önce bile Tevrat konusunda farklı versiyonlar olduğunu gösterir. Bu durum, Kur’an’ın Yahudi alimlerini eleştirdiği noktalar için zemin hazırlamıştır: “Onlar kitabı parça parça edip bir kısmını gösterip çoğunu gizlediler” (En‘âm 6:91) ifadesi, belki de bu metin çeşitliliği ile açıklanabilir – yahut daha çok tefsir babında bir değerlendirme olarak da kalabilir.

3.2 İncil/Gospel’in Yapısı ve Erken Dönem Metinleri

Kanonik Dört İncil: Hristiyanlığın kutsal metinler koleksiyonunun (Yeni Ahit) başlangıcında dört “İncil” kitabı yer alır: Matta, Markos, Luka, Yuhanna. Bu kitaplar MS 1. yüzyılın ikinci yarısında Yunanca olarak yazılmıştır. Hristiyan geleneği, Matta ve Yuhanna’nın İsa’nın havarileri olduğunu (dolayısıyla birinci elden şahitler), Markos’un Petrus’un öğrencisi, Luka’nın ise Pavlus’un yol arkadaşı olduğunu kabul eder. Modern araştırma, Markos’un ilk yazılan İncil olduğunu (MS ~65-70), Matta ve Luka’nın Markos’u ve ortak bir “Q” denilen kaynağı kullanarak yazıldığını, Yuhanna’nın ise bunlardan bağımsız daha geç (MS ~90-100) yazıldığını ileri sürer. Bu duruma Sinoptik Problem denir ve İki Kaynak Hipotezi popüler bir çözümdür: Mark + Q kaynakları, Matta ve Luka’nın temelini oluşturur.

Hristiyanlara göre “İncil” kavramı, ilk başta yazılı metinden ziyade İsa’nın müjdesi anlamındaydı[2]. Nitekim Pavlus, ortada yazılı herhangi bir İncil metni yokken, kendi tebliğini “İncil” olarak adlandırmıştır[3]. Zamanla, İsa’nın hayatını anlatan dört farklı anlatı ortaya çıkıp kilisece kabul edilince, bu kitapların her birine “İncil” denmiş ve toplamına da “İncil (Good News) kitapları” anlamında kullanılmıştır. Kur’an’daki “İncil” terimi ise bu dört kitaptan ziyade, İsa’ya Allah tarafından verilen vahiy demektir. Bu, İslam ile Hristiyanlık arasında önemli bir terminolojik farktır: Hristiyanlar “İncil” dediğinde akla dört farklı yazarın dört metni gelirken, Kur’an “İncil” dediğinde İsa’nın ilettiği tek hakikat akla gelir.

Erken Hristiyan İncilleri ve Çeşitlilik: 2. yüzyıl civarında sadece bu dört İncil değil, başka İsa anlatıları da dolaşımdaydı: Barnaba İncili (sahte bir ortaçağ metni değil, erken dönemde Barnabas adına bir incilden bahsedilir ama kayıp), Tomas İncili (sadece İsa’nın sözlerinden oluşan, gnostik eğilimli bir metin, 1945’te Nag Hammadi’de Kıpti dilinde kopyası bulundu), Meryem İnciliYahuda İncili gibi apokrif veya gnostik metinler mevcuttu. Kilise, çeşitli kriterlere göre (havarilik bağlantısı, öğreti uygunluğu, evrensel kabul görme gibi) dört İncil’i kanonik sayıp diğerlerini reddetti. Bu kanonlaşma süreci, aslında Kur’an’ın “Ehl-i İncil” dediği topluluğun elinde neyin bulunduğu sorusunu da etkiler: Muhtemelen 7. yüzyılda Suriye, Hicaz bölgesinde Hristiyanlar Süryanice Peşitta adlı tercümeyi kullanıyordu (Peşitta, Yeni Ahit’in Süryanice çevirisidir, 5. yy’dan kalma). Bazı rivayetler, Varaka bin Nevfel gibi şahısların, İncil’i İbranice veya Aramice’den Arapçaya kısmen çevirdiğini, ellerinde bir İncil nüshası olduğunu öne sürer. Bu rivayetler kesin değilse de, Arap Yarımadası’nda Hristiyanlar arasında İncil anlatılarının bilindiği muhakkak. Kur’an bu yüzden, “O dönemdeki Hristiyanların elindeki kitab”ı da İncil olarak niteliyor.

Erken Elyazmaları: Yeni Ahit’in yazmaları, Eski Ahit’e nazaran daha bol ve eskidir. En eski parça, MS ~125 yılına tarihlenen Rylands Papirüsü (P52) adlı ufak bir Yunanca fragmandır (Yuhanna İncili’nden birkaç ayet). 2.-3. yüzyıllardan birçok kısmi papirüs bulunmuştur. Tam Yeni Ahit’i içeren en eski nüshalar ise Codex Sinaiticus ve Codex Vaticanus (MS 4. yy) gibi “Büyük Uncial Codex”lerdir. Codex Sinaiticus, Yunanca olarak Eski ve Yeni Ahit’i ve bazı apokrif eserleri içerir; 19. yüzyılda Sina’daki manastırda keşfedilmiştir. Bu codex’te, Yeni Ahit’in bugünkü 27 kitabına ek olarak Barnabas Mektubu ve Hermas’ın Şefkatli Çoban’ı da yer alır. Demek ki 4. yy’da bile kanon tam oturmamıştı (bazı bölgelerde Barnabas mektubu kutsal sayılırken başka yerlerde sayılmıyordu). Sinaiticus, metinsel olarak günümüz İncil’inden çok farklı değildir, ancak bazı kısa pasajlar eksiktir veya ek yorumlar barındırır (örn. Yuhanna 7:53-8:11 “rejimde yakalanan kadın” hikayesi Sinaiticus’ta yoktur, sonradan eklenmiştir). Bu bulgu, Müslümanların “İncil’e eklemeler yapıldı” iddiasını destekler nitelikte olsa da, Hristiyan ilahiyatçılar bunu zaten bilip açıklamaktadır (bazı ayetlerin sonradan eklendiği akademik olarak kabul edilmiştir).

Aşağıdaki fotoğraflar, eldeki en eski Tevrat ve İncil belgelerine örnek teşkil etmektedir:

Şekil 1: MÖ 2. yy’a tarihlenen Büyük İşaya Parşömeni (1QIsa), Ölü Deniz Parşömenleri’nden bir örnek. Bu elyazması, İşaya kitabının tamamını İbranice içerir ve MS 10. yy’daki Masoretik metinle büyük ölçüde aynıdır. Metnin MÖ dönemde bu denli benzer olması, Eski Ahit’in lafzen korunmuşluğuna işaret eder. Aynı zamanda, 1QIsa gibi metinler, Masoretik gelenekten bazı farklı yazım ve ifadeler barındırarak metin varyasyonlarının da olduğunu gösterir.

Şekil 2: MS 4. yüzyıla ait Codex Sinaiticus’tan bir sayfa (1. Selanikliler 4:16’nın geçtiği bölüm). Codex Sinaiticus, Yunanca kaleme alınmış en eski tam İncil nüshalarından biridir ve bugün Londra British Library’de sergilenmektedir. Bu elyazması, dört İncil metnini ve diğer Yeni Ahit kitaplarını içerir. Fotoğrafta kırmızı kutuyla işaretli kısımda, “...ὅτι αὐτὸς ὁ κύριος... καὶ οἱ νεκροὶ ἐν Χριστῷ ἀναστήσονται πρῶτον” (Çeviri: “Çünkü Rab’bin kendisi ... ve Mesih’e ait ölüler önce dirilecekler” – 1. Sel. 4:16) ayeti görülüyor. Bu codex, Yeni Ahit metninin 4. yy’daki halini gözler önüne sermektedir ve bugünkü metinle büyük oranda aynıdır; ancak bazı küçük farklar mevcuttur (örneğin Markos İncil’inin orijinalinde muhtemelen olmayan 16:9-20 bölümü Sinaiticus’ta ayrı işaretlenmiştir). Sinaiticus’un keşfi, Hristiyan dünyasında İncil metnine eleştirel yaklaşımı güçlendirmiştir; Müslüman araştırmacılar da bu bulguları dikkatle takip etmektedir.

Peşitta ve Diğer Versiyonlar: Hz. Muhammed dönemine yakın zamanlarda, Hristiyanlığın farklı coğrafi kolları farklı İncil versiyonları kullanıyordu. Özellikle doğuda, Süryanice Peşitta İncil’i meşhurdu (Peşitta’da 22 Yeni Ahit kitabı vardı, 2. Petrus, 2-3. Yuhanna, Yahuda ve Vahiy yoktu; bunlar sonra eklendi). Mısır’da Kıptîce çeviriler, Batı’da Latince Vulgata (Hieronymus’un MS 4. yy’da yaptığı çeviri) hakimdi. Arapça’ya İncil’in tam çevirisi ise muhtemelen 8. yy ve sonrasında yapıldı; ancak bazı parçaların Arapça’ya çevrildiğine dair rivayetler vardır. Bu dilsel çoğulluk, metin aktarımında ufak tefek farklılıklar üretmiştir. Mesela Vulgata, LXX ve MT arasındaki tercihlerde genelde LXX’yi izlemiştir. Protestan Reformasyonu (16. yy) ile birlikte ise İncil milli dillere çevrilmiş ve kanon belirginleşmiştir (Protestanlar Eski Ahit’te Yahudi kanonunu aldılar, Apokrifaları çıkardılar; Katolikler Apokrifaları da kutsal saydı; Ortodokslar bazı ek apokrif kitapları da kabul eder vs. – bu farklara Bölüm 4’te değinilecek).

İncil ve Kur’an’ın İncil Kavramı: Son olarak, şunu vurgulamak gerekir ki, Kur’an’ın atıf yaptığı “İncil” ile bugünkü dört İncil arasındaki tür farkı, İslam teolojisinde önemli bir tartışma noktasıdır. Kur’an, İncil’i şifahî tebliğ edilen vahiy olarak tahayyül eder; gerçekten de tarihsel İsa muhtemelen Aramice dilinde şifahen mesajlar iletmiş ve havariler bunu yaymıştır. Yazıya geçirilmiş dört İncil ise bu sözlü geleneğin farklı topluluklarda kaleme alınmış, kısmen tarihsel kısmen teolojik yorumlar içeren ürünleridir. Dolayısıyla bir Müslüman bakış açısından, bugünkü İncil’ler İsa’ya verilen İncil’in tam karşılığı değildir ama içinde ondan izler barındırır. Bu görüş, ileride tartışılacak Hipotez D (terimsel fark) ile bağlantılıdır.

4. Kanon ve Metin Tarihi: Yahudi ve Hristiyan Kutsal Kitaplarının Oluşumu

Yukarıda bugünkü Tevrat/Tanah ve İncil/Yeni Ahit’in yapısını gördük. Bu kitapların hangi süreçlerden geçerek bugünkü halleriyle sabitlendiği (kanonlaşma) ve metinlerinin nasıl aktarılarak günümüze ulaştığı (metin tenkidi tarihi), Kur’an’ın iddialarını anlamada kritik öneme sahiptir. Bu bölümde Yahudi ve Hristiyan kutsal kitaplarının tarihsel gelişimini özetleyeceğiz.

4.1 Yahudi Kutsal Kitap Kanonu

Tora’nın Kanonizasyonu: Yahudilikte en erken kanonlaşan kısım Tevrat (Tora) olmuştur. Gelenek, MÖ 13. yy civarı Musa’nın beş kitabının yazıldığını ve Musa’dan itibaren kutsal kabul edildiğini söyler. Modern tarihçiler ise, sürgün sonrası (MÖ 5. yy) dönemde rahip/yazıcı Ezra’nın Tora’yı standart metin olarak okuttuğunu (Nehemya 8’de bahsedilir) ve toplumu buna bağladığını kaydeder. Bu, Tora’nın en geç MÖ 5. yy’da kanonlaştığını gösterir. Nitekim Samirîler de muhtemelen bu dönemde Tora dışındaki kitapları reddederek sadece Tevrat’ı benimsediler.

Nebî’îm ve Ketubîm: Peygamberler ve Yazılar bölümleri, içerik olarak MÖ 1200-200 arası dönemlerde yazılmış kitaplar içerir. Kanonlaşmaları kademelidir: MÖ 2. yy’da Yahudi literatüründe (Örneğin Sirach’ın Prologu, MS 2. yy dolaylarında) “Kanun (Tora), Peygamberler ve Diğer kitaplar” ayrımından bahsedilir. Bu, Nebiim’in büyük ölçüde belirlenip Ketubim’in hala esnek olduğunu düşündürür. Yahudi geleneğinde “Kanon Konseyi” denilen bir resmi toplantı tartışmalıdır; ama genel inanış, Yavne (Jamnia)’de (MS ~90) Yahudi hahamlarının, bazı tartışmalı kitapları (Özellikle Ezgiler Ezgisi, Vaiz gibi) dahil edip etmeme üzerine konuştukları ve nihayetinde bugün Tanah’ta olan 24 kitabı teyit ettikleridir. Bu süreçte, Yunanca yazılmış veya geç dönemdeki bazı kitaplar (Hikmet, Makabiler, Tobit vs.) dışarıda bırakılmıştır. Sonuçta, Yahudi kanonu 24 kitap ile sınırlandı (Hristiyanlar bunu 39 kitap olarak sayar, çünkü Samuel, Krallar gibi kitapları bölmüşlerdir). Yahudi kanonu, bugünkü Protestan Eski Ahit’ine denk gelir.

Apokrifalar (Deuterokanonik kitaplar): Yahudi kanonuna girmeyen ama Yunanca Eski Ahit (Septuaginta) içinde yer alan bazı kitaplar vardır: Sirach (Ecclesiasticus), Tobit, Judith, Makabe kitapları, Hikmet, Baruch, vs. Erken Hristiyanlık, LXX’yi kullandığı için bu kitapları da genelde kutsal saydı. Ancak Reformasyon (16. yy) döneminde Protestanlar, “İbrani dilinde olmayan kitapları” (ki bu apokrifaların çoğu Yunanca orijinaldir) dışlama kararı aldılar. Katolik Kilisesi ise Trento Konsili’nde (1546) bu kitapların kutsallığını onayladı. Doğu Ortodoks kiliseleri de çoğunu kanonik sayar, hatta bazı kiliseler Henok Kitabı gibi birkaç eseri de kanona dahil eder (özellikle Etiyopya Ortodoksları). Bu farklılık, kanon kavramının aslında dini otoritece belirlendiğini ve her otoritenin kriterlerinin olabildiğini gösterir. İslam açısından ise, bu apokrifaların bazıları ilginçtir: Mesela Henok Kitabı, “Allah’ın insanlara gönderdiği 30 sahifeden İdris’e ait olanın bu olabileceği” bazı Müslümanlarca öne sürülmüştür (İdris’in kimliği bazen Hanok/Enoch ile özdeş görülür). Kur’an’da bunlara dair açık atıf yoktur, ancak “Zebur” kavramının Mezmurlar harici hikmet kitaplarını da kapsayıp kapsamadığı ucu açık kalmıştır (genelde sadece Mezmurlar denir).

Metin İletimi: Yahudi kutsal metinleri önce parşömen rulolar halinde çoğaltıldı. Milattan önceki dönemde, farklı bölgelerde farklı nüshalar oluştu (DSS bunu gösterdi). MS 70’te Kudüs Tapınağı yıkılınca dini otorite Yavne’deki hahamlara geçti, onlar da bir metin standardizasyonu üzerinde durdular. Masoretler, bu standardı ince işçilikle geliştiren kişilerdir (MS 6-10. yy). Metindeki her harfi sayıp notlar düştüler, seslendirme (noktalama) eklediler ve varyant gelenekleri minimalize ettiler. Böylece Masoretik metin, Yahudi cemaatlerinde yeknesak şekilde kopyalandı. Bu metin geleneği, İslam coğrafyasında da biliniyordu; Orta Çağ’daki bazı Yahudi Hahamlar (Saadia Gaon gibi) İbranice Tevrat’ı Arapça’ya da çevirmiştir. Bu çeviriler belki bazı Müslüman âlimlerin Tevrat içeriklerine ulaşmasını sağlamıştır. Nitekim Taberî, Tevrat’tan bazı bölümleri alıntılar (örneğin Nuh’un duası gibi), muhtemelen Yahudi dönmelerden veya çevirilerden edinilen bilgilerdir.

4.2 Hristiyan Kutsal Kitap Kanonu (Yeni Ahit)

İncil Kanonunun Oluşumu: Hz. İsa döneminde yazılı bir İncil olmadığı için, ilk Hristiyan nesil dini sözlü gelenekle ve mektuplarla götürdü. Pavlus’un mektupları (MS 50-60’lar) en eski Yeni Ahit parçalarıdır. Dört İncil MS 70-100 arası yazıldı. 2. yüzyıl başında, özellikle Papias ve Justinus gibi Kilise Babaları Dört İncilin özel otoritesini vurgulamaya başlamışlardı. Lyon Piskoposu İrenaeus (MS 180 civarı) “Dört İncil olmalıdır, tıpkı dört rüzgar gibi” diyerek bu sayıyı teolojik olarak da sabitledi. Yine de 4. yüzyıla dek bazı tartışmalar sürdü: Doğu’da İbranilere Mektup, Batı’da Vahiy kitabı gibi bazı metinler tartışıldı. 367 yılında Athanasius’un Paskalya mektubu, bugünkü 27 kitabı tam listeledi – bu ilk net listedir. Ardından Hippo (393) ve Kartaca (397) Konsilleri, Athanasius’un listesine uygun şekilde kanonu onayladılar. Böylece 4. yy sonunda, Yeni Ahit kanonu Hristiyan dünyasında genel kabul gördü. Süryani kilisesi bir süre Vahiy’i almadı (Peshitta’da yoktu), Etiyopya kilisesi daha fazla kitabı dahil etti vs. ama ekseriyet böyleydi.

Kanon Kriterleri: Hristiyanlar, bir kitabın kanonik olması için genelde şu kriterleri öne sürdüler: 1) Havarilik – bir havari tarafından veya yakını tarafından yazılmış olmalı; 2) Doğru öğreti – “iman kuralı”na aykırı olmamalı; 3) Evrensel kullanım – ana akım kiliselerde yaygınca okunuyor olmalı. Dört İncil bu kriterleri sağladı (Markos ve Luka havari değil ama biri Petrus’un, diğeri Pavlus’un çağdaşı ve öğrencisi diye kabul edildi). Apokrif inciller ise ya geç dönemde yazıldıkları (havari kuşağından değiller) ya da gnostik öğretiler içerdiği için reddedildi.

Metin İletimi: Yeni Ahit Yunanca yazıldığı için, ilk dönem iletileri Yunanca nüshalar idi. Papirüs elyazmaları ilk taşıyıcılardır; MS 4. yüzyıla gelindiğinde parşömen codex’ler kullanılmaya başlandı. Codex Sinaiticus ve Vaticanus (4. yy) ile Alexandrinus (5. yy) en önemli büyük elyazmalarıdır. Bu majüskül (uncial) yazıdan, 9. yy’dan itibaren minüskül yazıya geçildi. Orta Çağ boyunca binlerce kopya üretildi. Sonuçta bugüne 5800’ün üzerinde Yunanca Yeni Ahit elyazması (tam veya parça) kalmıştır. Bunlar arasında hiçbir ikisi tamamen aynı değildir – ufak tefek kopya hataları veya istemli değişiklikler mevcuttur. Örneğin, ünlü “Johannes Comması” (1. Yuhanna 5:7’de Baba, Kelam, Ruh’un bir olduğu cümlesi) en eski Yunanca nüshalarda yok, Latin nüshalarda var; muhtemelen Triniteyi netleştirmek için Latince nüshalara eklenmiş bir not iken sonra metne girmiştir. Reform dönemi bilim insanları (Erasmus gibi) bu farklılıkları fark etmişlerdi. Günümüzde Novum Testamentum Graece gibi kritik basımlar, binlerce varyantı not ederek en eski ve sağlam metni kurmaya çalışır. Bu çalışmalar gösteriyor ki, Yeni Ahit metni büyük oranda 2. yy’dan beri sabittir; değişiklikler %5 civarı nüanslardır, doktrin değiştiren çok az örnek vardır (Johannes Comması gibi).

Çeviri Zinciri: Hristiyanlığın yayılmasıyla birlikte Yeni Ahit çok erken dönemde farklı dillere çevrildi: Latince, Süryanice, Kıptice, Ermenice, Gürcüce, Etiyopyaca vs. Bu versiyonlar da metin aileleri oluşturdu. İslam dünyasında özellikle Süryanice Peşitta önemliydi; Emevîler zamanında bile Süryanice konuşan Hristiyan teba vardı. Arapçaya belki Süryanice’den veya doğrudan Yunancadan çeviri faaliyetleri 8.-9. yy’da hızlandı. Bu arada, Kur’an’ın kendisi bazı anlatılarda apokrif Hristiyan literatürle paralellik gösterir: Mesela Maide 110’da anlatılan “İsa’nın beşikte konuşması, balçıktan kuş yapıp canlandırması” mucizeleri, kanonik İncil’de yoktur ama Tomas’ın Çocukluk İncili gibi apokriflerde mevcuttur. Bu, Kur’an’ın muhatap olduğu Hristiyanların sadece kanonik metinlerle değil, geniş bir Hristiyan folkloruyla içli dışlı olduğunu gösterir. Müslümanlar bu paralelliği genelde şöyle yorumlar: “O apokrif bilgiler de aslında İncil’in bir parçasıydı veya gerçek vahiyden kalmaydı, kilise onları reddetti ama Kur’an tasdik etti.” Alternatif bir oryantalist yorum ise, “Muhammed, çevresindeki Hristiyanlardan apokrif efsaneler duydu, bunları Kur’an’a aldı” şeklindedir. Tarafsız bakarsak, sözlü kültürün her yönde etkileşimde bulunduğu bir ortam söz konusudur.

Kanon Farklılıkları (Yahudi – Katolik – Protestan – Ortodoks): Aşağıdaki tabloda Eski ve Yeni Ahit kanonlarının farklı mezheplere göre kapsamı özetlenmiştir:

Tablo 3: Yahudi ve Hristiyan Kanon Farkları

Topluluk

Eski Ahit (Tanah) Kanonu

Yeni Ahit Kanonu

Yahudiler (Rabbinik)

24 Kitap (Tora 5, Nebiim 8, Ketubim 11). Apokrif kitaplar dahil değil.

– (Yeni Ahit’i kabul etmezler)

Samirîler

Sadece Tora (5 Kitap). Diğerlerini kutsal saymazlar.

Katolik Kilisesi

46 Kitap (Yahudi kanonu + 7 Deuterokanonik kitap: Tobit, Judith, 1-2 Makabi, Hikmet, Sirach, Baruch, ayrıca Daniel ve Ester’de ek bölümler).

27 Kitap (Matta–Vahiy). Barnabas, Hermas gibi erken metinler hariç tutulur.

Protestan Kiliseleri

39 Kitap (Yahudi kanonu ile aynı; Apokrif kitaplar ek olarak ayrı basılabilir ama kanonik değil).

27 Kitap (Matta–Vahiy). Luther başta İbranilere, Yakub’a vs. şüpheyle baktıysa da sonunda genel 27’liyi kabul ettiler.

Doğu Ortodoks

46 kitap + bazı ekstra apokrifler (3. Makabi, 1. Esdras gibi birkaç ek). Bu biraz kiliseden kiliseye değişir.

27 Kitap aynen. (Etiyopya Ortodoksları 27’ye ek İstifanos'un Kitabı gibi birkaç eser daha ekler, benzersiz bir durumdur).

Süryani (Doğu) Geleneği

22 Kitap (Peşitta Eski Ahit’i, bazı apokrifler hariç) – ancak geç dönemde tamamlansa da kullanılmaz.

Peşitta Yeni Ahit’i başlangıçta 22 kitap (Vahiy, 2-3 Yuhanna, 2 Petrus, Yahuda yok); sonraki yüzyıllarda bunlar eklendi. Bugün 27 olarak basarlar.

Bu tablo, Kur’an vahyinin indiği dönemde “Tevrat ve İncil” derken sabit bir metin külliyatından ziyade çeşitli koleksiyonlar ve çeşitli dillerde versiyonlar olduğunu göstermektedir. Arap Yarımadası’ndaki Yahudiler büyük ihtimalle İbranice Tevrat’ı ve muhtemelen Tevrat’ın bazı Aramice tefsirlerini (Targum) biliyordu. Hristiyanlar ise muhtemelen Süryanice Peşitta okuyor veya kilisede dinliyordu. Bu durum, Kur’an’ın ifadesiyle “yanlarındaki Tevrat/İncil” kavramının, dilsel ve metinsel bir esnekliğe sahip olduğunu akla getirir. Yani Kur’an, spesifik bir elyazmasına işaret etmiyor, Yahudi ve Hristiyanların genelde kabul ettiği kutsal kitaplar bütününe işaret ediyor.

4.3 Metin Varyantları ve Redaksiyon Örnekleri

Eski Ahit Örneği – LXX vs MT Farkı: Yukarıda kısmen değindik; belirgin bir örnek olarak Mezmur 21:105 (37:29) meselesini alabiliriz. Kur’an 21:105’te Zebur’dan alıntı yapıyor. Bu ifade hem Masoretik Mezmurlar’da hem LXX’de mevcut; ama mesela Kur’an “Zikr’den sonra Zebur’da” diyor, bazı müfessirler “Zikr = Tevrat” dediler. Mezmur 37:29’da ise “yeryüzünü miras almak” ifadesi Tevrat’ta bir yerde yok, ama Tevrat’tan sonra Zebur’da göründü. Bu, belki de Zebur’un Tevrat’a ek bir kitap olduğunu, kronolojik olarak sonra geldiğini vurguluyor. Burada bir varyant meselesi yok gerçi, ama Tevrat’ta olmayıp Zebur’da olan bir öğreti Kur’an’da yer bulmuş.

Daha somut bir varyant örneği: Tesniye 32:8-9 ayeti. Masoretik metinde “Yüce (Allah) ulusları paylaştırırken… halkları düzenlerken İsrail O’nun payı oldu” derken, Ölü Deniz’de bulunan bir fragman ve LXX “Yüce… halkları düzenlerken Tanrı oğullarına göre sınırları çizdi; Rab’bin payı kendi halkı Yakup oldu” şeklindedir. Aradaki fark, “Tanrı oğullarına göre” ibaresinin Masoretik’te “İsrailoğullarına göre” şeklinde değiştirilmesidir. Bazı araştırmacılar, Yahudilerin tevhid hassasiyetiyle “Tanrı oğulları” dememek için metni düzelttiklerini öne sürer. Müslüman bir bakış açısı, bu tip değişiklikleri tahrif örneği olarak sunabilir: Bakın, ilahi konsey fikrini çıkarmışlar diye. Yahudi geleneği ise Masoretik’in doğru, DSS’nin sapma olduğunu iddia eder.

Yeni Ahit Örneği – İncillerin Redaksiyonu: Sinoptik İnciller arasındaki farklar, redaksiyon örnekleridir. Mesela Matta 19:17 ve Markos 10:18 benzer bir olay anlatır: Bir genç İsa’ya “İyi öğretmen, ebedî hayat için ne yapmalıyım?” der. Markos’ta İsa “Bana niye iyi diyorsun? İyi olan tek Tanrı’dır” der. Matta ise “Bana niye iyilik hakkında soru soruyorsun? İyi olan tek biri var (Tanrı)” diye yazar. Matta’nın versiyonu, İsa’yı “iyi” sıfatından tenzih etmeye daha az vurgu yapar – belki İsa’nın ilahlığı inancını benimseyen bir topluluk Matta’yı okuduğu için, yazar bu ifadeyi yumuşatmıştır. Bu tür redaksiyon farklılıkları, Müslüman polemikçiler tarafından “İncil yazarlarının keyfî değişiklikleri” olarak eleştirilmiştir. Halbuki bu, teolojik perspektif farklılığından kaynaklı kasıtlı düzenlemedir. Müslüman geleneğe göre peygamberler konusunda gereğinden fazla övgü/tapınma, tevhide zarar verir; Markos’taki İsa’nın dediği, tam da İslamî bakışı yansıtır (Allah’tan başkası mutlak iyi değildir). Matta’daki versiyon ise Hristiyan bakışıyla daha uyumludur. Bu, Kur’an’ın bahsettiği anlam tahrifine güzel bir misal olabilir: Söz tam değiştirilmemiş ama vurgusu değiştirilmiş.

Başka bir meşhur örnek: Yuhanna 1:1 – “Başlangıçta Söz vardı, Söz Tanrı ile birlikteydi ve Söz Tanrı idi.” Bu ifade, Hristiyan teolojisinin temelidir (İsa = Tanrı). Kur’an ise “Allah, Meryem oğlu Mesih’tir diyenler kâfir olmuştur” der (Maide 72) ve “Mesih Allah’ın kelimesidir” ifadesini (Nisa 4:171) kullanırken dahi Tanrı ile özdeşleştirmez, sadece “O’nun bir ‘kün’ demesiyle var ettiği kelimesi” diye açıklar. Yuhanna 1:1’in orijinal Yunancasında “Ve Söz Tanrı idi” net olarak yazar. Bazı heterodoks yorumcular (ör. Yehova Şahitleri) bunun “Söz tanrısaldı” şeklinde çevrilmesi gerektiğini savunur vs. Ama kilise otoritesi “Tanrı” olarak anlar. Kur’an ise kesinlikle İsa’yı Allah ile bir görmediği için, buradaki “Tanrı” ifadesini tahrif edilmiş bir itikad olarak algılar.

Özetle, metin varyantları ve redaksiyon farklılıkları, Kur’an’ın önceki kitaplar hakkındaki iddiasında kilit bir yer tutar. Müslümanlar, bu farklılıkları ilk çağlardan beri dile getirmişlerdir. İmam Cüveynî gibi alimler, dört İncil’in birbiriyle uyumsuzluklarına dikkat çekmiş; Rahmetullah el-Hindî (19. yy) gibi müellifler, misyonerlerle tartışmalarında İncil nüshalarının farklarını ortaya koymuşlardır. Modern dönemde de Ahmed Dîdat gibi popüler polemikçiler, İncil’deki çelişkileri gösteren kitaplar yazmışlardır. Bu literatür, Kur’an’ın haklı çıktığını savunur: Ehl-i Kitab, kutsal metinlerine tam sadık kalmamış, beşer sözü karışmıştır.

Buraya kadar ele aldıklarımızla, Kur’an’ın “Tevrat ve İncil” dediği metinlerin tarihsel oluşumlarını öğrendik. Şimdi sıradaki kritik soru: Kur’anî İncil–Tevrat ile bugünkü metinlerin ilişkisi ne olabilir? Bu noktada Müslüman ilim adamları ve teologlar arasında farklı tezler gündeme gelmiştir. Bir sonraki bölümde bu muhtelif hipotezleri (lafzî tahrif, manevî tahrif, kısmi örtüşme, terimsel fark) sistematik olarak ele alacağız.

5. Kur’anî İncil ve Tevrat’ın Bugünkü Metinlerle İlişkisi: Hipotezler

Kur’an, kendi zamanındaki Ehl-i Kitab’ı ellerindeki Tevrat ve İncil’e atıf yaparak muhatap almıştır. Ancak bugün elimizdeki Tevrat ve İncil metinleri, Kur’an’ın indiği 7. yüzyıldan yaklaşık 1400 yıl sonra, çeşitli dil ve kültürlerde şekillenmiş haldedir. Arada hem metinsel değişimler olmuş olabilir, hem de kavramsal farklılaşmalar mevcuttur. Dolayısıyla Kur’an’ın referans ettiği Tevrat/İncil ile bugünkü Tevrat/İncil birebir aynı mıdır? sorusu önem kazanır. İslam düşünce tarihinde bu soruya dair farklı yaklaşımlar ortaya çıkmıştır. Burada dört temel hipotezi inceleyeceğiz:

·         Hipotez A – Lafzî Tahrif Tezi: Kur’an’ın atıf yaptığı asıl Tevrat ve İncil metinleri zamanla lafız olarak bozulmuş, değiştirilmiştir. Yani bugünkü mevcut metinler orijinalin tahrif edilmiş (değiştirilmiş, eksiltilmiş, eklenmiş) halidir.

·         Hipotez B – Manevî Tahrif Tezi: Tevrat ve İncil’in metinlerinin lafzı büyük ölçüde korunmuştur; bozulma, daha çok yorum ve anlamda sapma şeklinde olmuştur. Yani metin aynı kalsa da Ehl-i Kitab onun anlamını çarpıtmış, yanlış inançlar çıkarmıştır.

·         Hipotez C – Kısmi Örtüşme (Özün Korunması) Tezi: Kur’an’ın bahsettiği Tevrat ve İncil ile bugünkü aynı adı taşıyan kitaplar kısmen aynıdır – öz mesaj, temel öğretiler korunmuştur; fakat bütün olarak tam aynı değildir, zira tarih içinde eklemeler olmuştur veya parçalar kaybolmuştur.

·         Hipotez D – Terimsel Ayrım Tezi: Kur’an’ın “Tevrat” ve “İncil” kelimeleri, bugünkü kitaplardan konseptüel olarak farklı kategorilere işaret eder. Yani Kur’an, Ehl-i Kitab’ın ellerindeki spesifik derlemelerden ziyade, o peygamberlere verilmiş vahiy türünü kastediyor olabilir. Dolayısıyla bir nevi aynı isimli ama muhteva olarak farklı bir vahiy söz konusudur.

Bu hipotezleri tek tek açalım, lehinde ve aleyhindeki kanıtları tartışalım:

Hipotez A: Lafzî Tahrif (Metnin Bozulması)

Bu görüş, Müslüman toplumda en yaygın kanaat olagelmiştir. Özetle, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya inen orijinal kitapların metinleri, sonraki ellerde tahrif edilmiştir; şimdiki Tevrat ve İncil o yüzden tamamen güvenilmez. Erken İslam dönemi polemiklerinde, mesela Medineli Yahudilerle tartışmalarda, bu iddia sıkça dillendirilmiştir. Dayanak ayetler:

·         Bakara 2:79: “Yazıklar olsun o kimselere ki kitabı elleriyle yazarlar da ‘Bu Allah katındandır’ derler...” – Taberî bu ayetin, Yahudi bilginlerinin Tevrat’a aykırı şeyler yazıp Tevrat diye satmasına işaret ettiğini söyler. Bu, fiziksel tahrif iddiasıdır.

·         Ali İmran 3:78: “Ehl-i Kitab’dan bir grup var ki, dillerini kitaba doğru eğip bükerler ki onu kitaptan sanasınız; oysa söyledikleri kitaptan değildir…” – Bu, sözlü tahrif (metni okurken çarpıtma) olarak anlaşılmıştır.

·         Maide 5:13 ve 5:41: Yahudilerden bir grubun “Kelimeyi yerinden oynattığı” söylenir. Bu ifade lafzen değiştirme manasına da gelebilir, yorumla başka yere çekme manasına da.

·         Maide 5:14: “Onlar da kendilerine hatırlatılan şeylerin bir kısmını unuttular.” – Bu, İncil mensuplarının vahyin bir kısmını unuttuğunu söyler; yani metin kaybı veya ihmali var.

·         A’raf 7:157: Hz. Peygamber’in vasıfları Tevrat ve İncil’de yazılıydı; Saf 61:6: İsa kendinden sonra gelecek Ahmed isimli peygamberi müjdeledi. Mevcut İncil ve Tevrat’ta bu isimle bir peygamber yok (Muhammed ismi açıkça geçmez). Bu da “demek ki orijinalden bu müjdeyi kaldırmışlar” şeklinde yorumlanmıştır. Özellikle Orta Çağ’da Müslümanlar bu noktayı vurguladılar.

Klasik dönem âlimlerinden bazıları (özellikle İbn Hazmİbn Taymiyyeİbn Qayyim gibi) lafzî tahrif tezini sistematik olarak işledi. İbn Hazm, 11. yy’da Kitab el-Fasl ve İzharu’l-Hak gibi eserlerinde, dört İncil’i satır satır inceleyip çelişkiler listeler, silsile kopukluklarını, Pavlus’un öğretilerinin İsa’nınkinin yerini alışını eleştirir. O kadar ki, İncil yazarlarını kasıtlı yalan yazmakla suçlayacak derecede serttir. Benzer şekilde, İbn Taymiyye (13.-14. yy), el-Cevab es-Sahih adlı kapsamlı reddiyesinde, Tevrat ve İncil’in tahrif edildiğine dair argümanlar getirir; Yahudi ve Hristiyanların da bunu bildiğini, Konsiller yapıp değiştirdiklerini vs. anlatır.

Lafzî tahrif tezinin delilleri arasında en sık vurgulanan: 1) Çelişkiler ve Tutarsızlıklar: Tevrat ve İncil metinlerindeki sayı tutarsızlıkları, tarih hataları, birbirini tutmayan anlatılar – bunlar Allah kelamında olmaz, demek ki insan eli karışmıştır. 2) Uygunsuz İfadeler: Tevrat’ta bazı peygamberlerin günahkâr veya yakışıksız halleri anlatılır (mesela Lut’un kızlarıyla ilişkisi, Davud’un işlediği günahlar, Süleyman’ın putperest eşleri vs.). Kur’an bunları kabul etmez; dolayısıyla Tevrat bu noktada yalan söylüyor olmalıdır, yani tahrif. Nitekim Kur’an, peygamberleri tenzih eder veya tövbelerini zikreder, aşırı kusur isnadını reddeder. 3) Kayıp Metinler: Tevrat içinde atıf yapılan ama elimizde olmayan kitaplar var (örn. Yashar Kitabı, Savaşlar Kitabı gibi referanslar). Bu, orijinalden parçalar kaybolmuş demektir. 4) Yeni Ahit’in bir kısmının Tanrı sözü olmayışı: Özellikle Müslümanlar İncil yazarlarının (Matta, Markos vs.) havari bile olmadığını, Tanrı esini iddiasıyla yazmadıklarını, dolayısıyla bunlara “Allah’ın kitabı” demenin yanlış olduğunu söyler.

Lafzî tahrif görüşüne göre Kur’an’ın “tasdik” dediği (mesela Maide 5:48’de, Kur’an önceki kitapları tasdik eder) şu anlama gelir: “Kur’an, Tevrat ve İncil’in Allah tarafından indirildiğini tasdik eder, fakat onların şimdiki halini onaylamaz.” Yani tasdik, orijinal nüshaların kaynağıyla ilgilidir, mevcut metinle değil. Hatta İbn Baz gibi çağdaş selefi alimler, “Kur’an onları tasdik eder ama onlar artık yok hükmündedir” der.

Bu görüşe göre, Ehl-i Kitab’ın kitapları güvenilir kaynak sayılmaz. Bu yüzden klasik İslam hukuku, Yahudi ve Hristiyan metinlerinden hüküm almayı genel olarak caiz görmemiştir (istisna: Eğer Kur’an ve Sünnet’te o konuda bir açıklama yoksa, “İsrailiyat” rivayetleri alınabilir, o da ihtiyatla).

Kur’an’ın lafzî tahrif ile ilgili üslubu: Dikkat edilirse, Kur’an’da “Onlar Tevrat’ın ayetlerini değiştirdiler” gibi net bir cümle yok. Bunun yerine “ayetleri az bir bedel karşılığı sattılar” (yani rüşvetle hüküm değiştirdiler), “unutup gizlediler” (fiziksel var ama söylemiyorlar belki) gibi ifadeler var. Bu, bazı yorumcuların “Kur’an aslında lafzî tahrif demiyor, dolaylı anlatıyor” düşüncesini ortaya atmasına yol açmıştır (bakınız Hipotez B). Fakat lafzî tahrif yanlıları der ki: Bu dolaylı bile olsa, nihayetinde Kur’an onların güvenilmezliğine hükmetmiştir. Nitekim Buhari’de geçen bir hadiste, Hz. Ömer’in Tevrat yapraklarını okuduğunu gören Hz. Muhammed’in yüzü öfkelenmiş ve “Eğer Musa bugün sağ olsaydı, bana uymaktan başka çaresi olmazdı” dediği rivayet edilmiştir (Müsned, 3/387). Bu rivayet, sahih olup olmadığı tartışmalı olsa da, sonraki nesillerde Ehl-i Kitap metinlerine yönelmemek gerektiği mesajı vermiştir.

Hipotez A’nın Eleştirileri: Bu teze yönelik eleştiri veya zayıf noktaları da belirtelim: - Tarihsel bulgular (DSS, eski codexler) gösteriyor ki Tevrat ve İncil metinleri, Kur’an’dan önceki asırlarda da mevcuttu ve Kur’an’ın onlara atıf yaptığı muhatapların elindeki metinler muhtemelen bugünküne çok yakındı. Yani Kur’an indiği dönemde de “bozuk” idiyse, nasıl “İncil ehlini, Allah’ın onda indirdiğiyle hükmetsin” diye çağırdı (Maide 5:47)? Bu bir çelişki gibi durabilir. Lafzî tahrif yanlıları, “Kur’an bunu onlara imtihan için söyledi; ellerindekinin aslında ne kadar bozuk olduğunu kendileri de görsünler diye” gibi yorumlar getirir. - Bugün Hristiyan ve Yahudiler, kendi kitaplarını korumak için büyük emek verdiler; eğer bilinçli tahrifler olsaydı, hepsinin izini silmeleri gerekirdi. Oysa incelenen elyazmaları, tutarlılık sergiliyor. Yani “milyonlarca kopya arasından keyfi değiştirdiler ama kimse farketmedi” demek güç. Lafzî tahrif savunucuları ise, “Orta Çağ’a dek halkın eline İncil geçmiyordu, papazlar istediklerini yaptılar” gibi argümanlar sunar, fakat bu tarihsel olarak tam doğru değildir (metin bir şekilde hep biliniyordu, değişiklikler genelde kasıtlı büyük revizyonlar değil, süreç içinde oluşan varyantlardı). - Kur’an’da tasdik ifadesi çoktur, eğer metin tamamen bozuksa tasdik niye etsin? Bu da manevî tahrif yanlılarınca dile getirilen bir konudur.

Yine de İslam dünyasında belki %90 hâkim kanaat lafzî tahrif olagelmiştir. Sonuç: Hipotez A, Kur’an’ın atıf yaptığı Tevrat ve İncil’in artık mevcut olmadığı, eldeki kitapların insan eliyle değiştirilmiş başka metinler olduğu yönündedir. Bu görüş, Müslümanlara, kendi vahiylerini savunurken apologetik kolaylık sağlar: “Bizim kitabımız bozulmadı ama sizinkiler bozuldu.” Ancak bu, diyalog açısından öteki tarafı ikna edici midir, tartışılır.

Hipotez B: Manevî Tahrif (Yorumsal Sapma)

Bu görüşe göre, Yahudi ve Hristiyanların ellerindeki Tevrat ve İncil metinleri özde Allah’tan gelen kısımları hâlâ içerir; bozulma, onların bunları yanlış tefsir etmesi, bağlamından saptırması veya pratiğe dökmemesi şeklindedir. Yani metin büyük oranda sağlam, bozulma zihinlerde ve uygulamalardadır. Bu tez, modern zamanlarda bazı Müslüman alim ve düşünürlerce benimsenmiştir, ancak kökeni eskidir: Erken İslam’da Mukâtil b. SüleymanMuhammed Abduh ve talebesi Reşid Rızâ gibi müfessirler, Kur’an’ın tahrif eleştirilerini lafzî değil manevi anladılar.

Dayanaklar: - Kur’an’ın ilgili ayetlerini dikkatle okuduğumuzda, asıl vurgunun anlam çarpıtma ve gizleme üzerine olduğu görülür. Örneğin Ali İmran 3:78’deki “dillerini eğip bükme” ifadesi, Taberî tarafından “Tevrat’ı yanlış okuyarak mana değiştiriyorlar” şeklinde tefsir edildi. Aslında Arapçada “tahrif” kelimesi de “harfleri yerini değiştirme” manasına gelir ki bu hem lafzen hem manen olabilir. Reşid Rızâ özellikle Maide 5:13-15 ayetlerini analiz edip Yahudilerin “Tevrat’ın aslını koruduklarını ama anlamını bozduklarını” söyler. - Peygamberimizin hayatından bazı örnekler, manevî tahrif tezine güç verir: Mesela bir Yahudi zina hadisesinde recim ayetini saklamış, eliyle kapatmış (Buhari’de rivayet edildiği üzere). Burada metin duruyor, ama kişi onu okumayarak “gizliyor”. Bu manevi tahriftir. - Yine Peygamberimiz döneminde Yahudi bilgin Abdullah bin Suriya’ya Tevrat’tan bir hüküm sorulduğunda (Maide 5:41 bağlamında), bilgin, Tevrat’taki hükmü bildiği halde farklı bir yorum yaparak kaçamak cevap vermişti (bazı rivayetlerde böyle geçer). Bu da, asıl metin yerinde ama kişiler ona uymuyor. - Kur’an, Maide 5:47’de Hristiyanların İncil’e göre hükmetmesini istiyor. Eğer İncil tamamen bozuk olsaydı, Allah onlara bozuk bir kitaba uymayı emretmezdi. Demek ki Allah onların kitabında hala hakikat parçaları olduğunu, en azından Hz. Muhammed’i müjdeleyen kısımların olduğunu düşünüyor. Nitekim 7:157’de “onlar, Tevrat ve İncil’de yazılı buldukları o Resule uyarlar” diyor – demek ki yazılı bulabilmeleri lazım (yoksa bozulmuşsa bulamazlardı). Abdullah bin Selam gibi Yahudi alimleri bu ayetin doğrultusunda İslam’ı kabul etmiş, Tevrat’ta Muhammed’e işaret gördüğünü söylemiştir.

Bu tez İslam dünyasında Cahid, Taberî, Gazali gibi alimlerce de bir ölçüde paylaşıldı. Örneğin Gazali, “Tevrat’ın lafzı korunmuş ama te’villeri bozulmuş olabilir” der (“er-Raddü’l-cemîl” adlı eser atfedilir). Yine 20. yy’da Fethullah Gulen gibi bazı isimler, manevî tahrif görüşüne yakın dururlar (diyaloğu teşvik için). Hatta Pakistanlı alim Mevlana Ebu’l-A’la Mevdudi de tefsirinde “Kur’an, Tevrat’ın metninin tahrifini söylemez, aksine alimlerinin bilmeyenlere yalan bilgiler vererek gerçeği gizlediğini belirtir” meâlinde yazar. Bu, Hint altkıtasında Ahmed Deedat vb. polemikçilerin katılmadığı bir görüştü gerçi.

Hipotez B’ye göre, bugünkü Tevrat ve İncil’de hala ilahi gerçekler mevcuttur. Müslümanlar onlardan tamamen yüz çevirmeyip, Kur’an süzgecinden geçirerek yararlanabilirler. Nitekim Hz. Peygamber’in “Ehl-i Kitaptan haber alın, ne tasdik ne tekzip edin” hadisi vardır (Ebu Davud). Bu, İsrailiyat kullanımının temelini oluşturur: Metinler bozulmamış farz edilmez ama içlerinde doğru şeyler olabilir, ölçü Kur’an ve Sünnet’e aykırı olmamalarıdır.

Hipotez B’ye Eleştiriler: Bu görüşe de eleştiri getirenler var: - Kur’an bazı ayetlerde sanki lafzî değişikliği de kastediyor gibi – mesela Bakara 2:79’un zahiri güçlüdür. Manevî diyenler orayı da “Tevrat’ın aslını bıraktılar, kendi yazdıklarını din yaptılar” diye yorumlar ama lafzîciler “hayır, resmen kendi kitabını yazdılar” der. Bu bir yorum farkı ve kesin hüküm vermek zor. - Ehl-i Kitab’ın bugünkü metinlerinde Kur’an’ın öğretileriyle çelişen çok şey var. Eğer hepsi orijinal vahiy olsaydı bu kadar mı bozuldu anlamları? diyenler, manevî tahrif tezini fazla iyimser bulur. - Ayrıca, Hz. Peygamber’in Yahudilerin getirdiği Tevrat metnine (bir rivayette) elini koyup “Ben sana inanırım, seni indiren Allah’a inanırım” demesi (Müsned’de böyle bir hadis rivayet edilir) kimilerince manevî tahrife delil olsa da, bu hadis eleştirel süzgeçte pek sağlam bulunmamıştır.

Yine de, Hipotez B İbrahimi dinler arası diyalog için zemin oluşturan bir görüştür. Der ki: “Ey Yahudi ve Hristiyanlar, kitaplarınızın aslı haktır; gelin asıl manasına dönün, Kur’an bu asıl manayı teyit eder.” Bu, misyonerlik iddiasını yumuşatan bir yaklaşım sayılabilir.

Hipotez C: Kısmi Örtüşme – Mesajın Parçalı Korunumu

Bu görüş aslında A ile B arasında dengeleyici bir yaklaşımdır. Der ki: “Evet, Tevrat ve İncil’de tahrif var; ama her şeyi bozmadılar. Hala içinde monoteizm gibi, ahlak prensipleri gibi, hatta bazı hukuki emirler gibi Allah’tan gelen özler duruyor. Kur’an’ın onayladığı da bu özlerdir.” Aynı zamanda, “Bütünsel olarak bakınca bugünkü kitaplara tamamen ‘Allah’ın kitabı’ demek de doğru değil, karmakarışık olmuş” der.

Bu teze ılımlı selefilerden Muhammed AbduhHamidullah gibi alimler örnek verilebilir. Hamidullah, Fransızca Kur’an mealinin önsözünde, “Kitâb-ı Mukaddes birçok tahrifat geçirdi ama hala içindeki bazı ifadeler Kur’an ile tam uyumludur” diyerek mesela Tesniye 6:4’deki “Rab bir’dir” ayetini Kur’an’ın mesajına örnek verir. Kısmi örtüşme tezini destekleyen bulgulardan: - Kur’an’daki “Ehl-i Kitab kendi kitaplarını okuyor” vurgusu. Mesela Bakara 2:121: “Kendilerine kitap verdiklerimiz onu gereği gibi okurlar, işte onlar iman eder”. Bu, Abdullah bin Selam gibi samimi Ehli Kitab’ın Tevrat’ı doğru anlayıp İslam’a gelmesine hamledilir. Demek ki Tevrat’ta İslam’a götüren şeyler var. - İslam’da “müjde ve uyarı (beşîr, nezîr)” kavramının her kitapta olduğu. Enbiyâ 21:105 gibi Zebur’dan bir cümle, Kur’an tarafından aynen alınmış. Yani Zebur’un o kısmı bozulmamış. Yine Maide 5:32’de, İsrailoğullarına “kim bir canı öldürürse bütün insanlığı öldürmüş gibidir” diye vahyedildiği söylenir, bugünkü Tevrat’ta bu ifade tam yok ama Talmud’da benzeri var. Bu, belki de Tevrat’tan kaybolan ama hafızalarda kalan vahiydir. Kur’an bunu diriltiyor. Kısmi örtüşme budur. - Tevrat ve İncil’in ahlakının genel olarak kötülenmemesi: Kur’an’da Yahudi ve Hristiyanların pratiklerini eleştiren çok ayet var ama Tevrat’ın on emirleri mesela Kur’an’da olumsuzlanmaz, hatta çoğu emir Kur’an’da da tekrar edilir (öldürme, zina etmeme vs.). Hatta İncil’deki bir kısım ahlak öğretilerini de Kur’an onaylar (mesela İncil’deki mütevazılık, mal hırsından kaçınma öğütleri).

Bu teze göre, bir Müslüman, Tevrat ve İncil okurken tamamen “bâtıl” diye atmaz; “içinde Hak’tan izler var” diyerek seçici davranır. Nitekim tarih boyunca müfessirler İsrailiyat rivayetlerini kullanırken tam da bu tutumdaydılar: “Belki doğru olabilir, Kur’an’a ters düşmüyorsa anlatabiliriz”.

Kısmi örtüşme tezi, bugünkü bilimsel verilerle de daha uyumludur: Örneğin, pek çok tarihsel konu hem Kur’an’da hem Tevrat’ta benzer anlatılır (Nuh Tufanı, Musa’nın Kızıldeniz’den geçişi vb.). Bu, ortak vahiy mirasının işareti sayılır. Tevrat bunu net ayrıntılarla korumuş, Kur’an ana hatlarıyla teyit etmiştir (veya tam tersi perspektiften, Kur’an ondan almıştır diyen oryantalistler var; Müslümanlar “hayır, aynı kaynaktan geldi” der).

Eleştiri olarak: Bu görüş kimine göre “Müslümanları Tevrat-İncil okumaya teşvik ederek şüpheye düşürür” korkusu doğurur. O yüzden gelenekselciler mesafelidir. Ama günümüzde pek çok İslam alim ve entelektüeli bu pratik uzlaşıya sahip: Mesela çağdaş ilmî tefsirler, Tevrat’tan veriler getirip mukayese eder, hangisi Kur’an’a uygun bakar. Bu da kısmi örtüşmenin zımni kabulüdür.

Hipotez D: Terimsel Farklılık Tezi

Bu daha teorik bir yaklaşımdır. Der ki: Kur’an’ın “Tevrat” dediği şey ile Yahudilerin “Tevrat” dediği tam aynı kavram olmayabilir. Kur’an’da Tevrat genelde Hz. Musa’ya verilen şeriat vahyi olarak kullanılır. Yahudiler ise Tevrat derken sadece Musa’nın beş kitabını değil, geniş anlamda tüm öğretisini anlar, hatta sözlü Tevrat (Talmud) kavramı da var. Kur’an’ın Tevrat anlayışı belki Yahudilerin Tanah’ının sadece bir bölümü veya belki daha genel “kanun” anlamıdır. Bazı müfessirler, Maide 5. suredeki “Tevrat’ta şu yazıldı…” gibi ifadelerin, belki de şu an Tevrat’ta aynıyla bulunmamasını, “Belki Zebur’da geçti” diyerek açıklamaya çalışmış (21:105 örneğinde gördük). Yani Kur’an belki Tevrat derken, Ehl-i Kitab’ın kitabının adını tam kullanmıyor, kendi kategorizasyonuyla konuşuyor.

Benzer şekilde “İncil” kavramı: Hristiyanlar bu kelimeyi bir kitap derlemesi için kullanmaz (Onlar “Yeni Ahit” der tümüne; “İncil” dediğinde ya dört kitaptan birini ya tüm mesajı kasteder). Kur’an ise İncil’i, Hristiyanların aklındaki dörtlü kitaptan farklı, İsa’ya indirilmiş vahiy kategorisi olarak ortaya koyar. Yani Kur’an için İncil = İsa’ya verilen vahiy, kitaptan ziyade bir vahiyler bütünü. Bu durumda, bugünkü dört İncil Kur’an’ın “İncil” teriminin tam karşılığı değil, o vahyin bozulmuş (veya kısmen yansıyan) biyografik kayıtlarıdır.

Terimsel tez ayrıca Zebur için de geçerli olabilir: Zebur, Davud’a verilen “kitap türü”nün adı olabilir, belki Davud’a birden fazla Zebur indi (buna dair bir görüş yok gerçi, Zebur tek kitap denir). “Suhuf” da keza bir vahiy türü terimidir (sahife vahiy). Kur’an belki Ehli Kitab’ın kitaplarını sayarken tam bugünkü anladığımız “kitap” olarak değil, ilahi kategori olarak ifade ediyor.

Bu görüşle, Kur’an’ın Ehl-i Kitab’a söylediği “kitabınızla amel edin” veya “ellerindekini tasdik eder” vs. ifadeleri, bugünkü fiziksel kitaba referans değil, ilahi prensiplere referans olur. Mesela Maide 5:47 “İncil ehl’i onda Allah’ın indirdiğiyle hükmetsin” derken, kasıt: “İsa’ya indirilmiş hükümlere göre hareket etsinler”dir. O hükümlerin bir kısmı bugünkü İncil’de var (ör. İncil’de İsa, puta tapmayın, zinadan kaçının vs. diyor), onlara uysunlar demektir. Bu, terimsel bir inceliktir.

Destek: Mesela Kur’an, Tevrat ve İncil için bazen “fihe hudâ ve nur” (içlerinde hidayet ve nur vardır) diyor. Bu belki “her şeyiyle hidayet, nur” demek değil, genelleyerek “bu vahiyler yol göstericiydi” diyor. Yani ilahi kategoride oldukları vurgusu.

Bu tez, Müslüman düşüncede az çok ima edilmiştir ama açıkça formüle eden azdır. Modern bir örnek Fazlur Rahman olabilir; o, “Kur’an Yahudilerin kitabını Tanah olarak düşünmez, Musa’ya inen parçayı vurgular” gibi görüşler belirtmiştir.

Terimsel tezin bir uzantısı: Belki de Kur’an “Zebur” derken sadece Mezmurlar’ı değil, tüm Ketuvim (Yazılar) kısmını kasteder (çünkü Arapça “Zubur” çoğulu “önceki kitaplar” genel anlamda kullanılır). Veya “Zikr” derken hem Tevrat’ı hem genel vahiyleri kastedebilir. Bu gibi incelikler, Kur’an terminolojisinin Ehli Kitab’ın kendi terminolojisinden biraz farklılaşmış olabileceğini gösterir.

Eleştiri: Bu yaklaşım fazla sofistike bulunabilir; normal okur, Kur’an Tevrat dediğinde tabii ki Yahudilerin Tevrat’ını anlar, niye başka şey anlasın? O yüzden terimsel açıklama, diğer tezleri destekleyen tamamlayıcı bir perspektif olmaktan öteye gitmez.

Sonuç olarak, dört hipotezi ortaya koyduk. Bunlar tek tek olabileceği gibi, pratikte Müslümanlar bunların karmasını yapar çoğu zaman. Örneğin birisi hem der ki “Tevrat bozulmuş” (lafzî tahrif) ama aynı kişi Kısmi Örtüşme gereği Mezmurlar’dan bir ayet alıp “bakın bu İslam’a uyuyor” diyebilir. Bu tamamen dışlanmayan bir tutumdur. Bilhassa bugün, akademik çalışmalarda Müslümanlar Kitab-ı Mukaddes’e atıf yaparken “Bakın Kur’an da benzer diyor” diyerek ortak paydalar vurgulanır (Hip. C), ama gerektiğinde “Şu kısım çelişkili, tahrif” diyerek fark da konur (Hip. A veya B). Yani teori düzeyinde ayırdık ama pratikte bir arada kullanılıyor.

6. Karşılaştırmalı Bulgular: Eşleşmeler ve Sapmalar

Bu bölümde, Kur’an ile güncel Tevrat/İncil metinleri arasındaki paralellikler ve farklılıklar konusunu somut örneklerle ortaya koyacağız. Amacımız, Kur’an’ın atıf yaptığı noktalardan hangilerinin bugünkü metinlerde karşılığı olduğunu (eşleşme) ve hangilerinin belirgin biçimde eksik veya zıt olduğunu (sapma) ortaya koymaktır. Bu sayede yukarıdaki hipotezlerden hangisinin ne ölçüde geçerli olabileceğine dair fikir edinebiliriz.

6.1 Ayet Bazında Eşleştirme Tablosu

Aşağıdaki tablo, Kur’an ayetlerinde geçen bazı atıfları veya bahisleri alarak, bunların bugünkü Kitab-ı Mukaddes’te olası karşılıklarını ve ilgili yorumları göstermektedir:

Tablo 4: Kur’an ve Kitab-ı Mukaddes Atıf Eşleştirmeleri

Kur’an Ayeti

Atfettiği Konu

Güncel Tevrat/İncil’deki Karşılık(lar)

Yorum

Enbiyâ 21:105 – “Zikir’den sonra Zebur’da yazdık ki: Yeryüzüne salih kullarım mirasçı olacaktır.”

Zebur’da bir söz

Mezmurlar 37:29 – “Sâlihler yeryüzünü miras alacak, orada sonsuza dek yaşayacak.” Bu cümle hemen hemen aynıdır.

Neredeyse tam eşleşme. Kur’an bu ifadeyi Zebur (Mezmurlar) olarak alıntılıyor ve bugünkü Mezmurlar’da bulunuyor. Bu, Kur’an’ın önceki metinle örtüşmesine örnektir. Müfessirler, “Zikir” kelimesini burada Tevrat olarak yorumlayıp, Tevrat’tan sonra Zebur’da da aynı vaadin yazılı olduğunu söylerler. Eşleşme yüksek düzeyde.

Maide 5:32 – “İsrailoğullarına yazdık ki, kim bir cana kıyarsa bütün insanları öldürmüş gibi olur; kim de bir can kurtarırsa bütün insanları kurtarmış gibi olur.”

Masum canı öldürme / kurtarma hükmü

Tevrat’ta yok, ancak Yahudi Mišna (Sanhedrin 4:5) ve Talmud’da benzer ifade geçer: “Tek bir canı yok etmek, bütün dünyayı yok etmektir… tek canı kurtarmak, bütün bir dünyayı kurtarmaktır.”. (Mišna’daki versiyon “İsrailoğulları” ifadesi içerir.)

Tam karşılığı Tanah’ta bulunmuyor; Yahudi sözlü geleneğinde mevcut. Kur’an bunu “yazdık” diyerek İsrailoğullarına vahiy olarak atfeder. Bu, belki Tevrat’ın bir kısmıydı ama yazılı metinden çıkarıldı ya da buyruk olarak değil de kıssa olarak yer aldı (Kabil-Habil kıssasından yorumla çıkarılmış bir öğüt olabilir). Eşleşme kısmi – yazılı Tevrat’ta yok ama Yahudi geleneğinde var, bu da Kur’an’ın duyabileceği bir kaynak. Müslümanlar bunu vahyin korunmuş parçası sayar.

A‘râf 7:157 – “Onlar ki, yanlarındaki Tevrat ve İncil’de yazılı buldukları o ümmi Peygamber’e uyarlar.”

Hz. Muhammed’in Tevrat/İncil’de müjdelenmesi

Tevrat: Tesniye 18:18 – “Onlara kardeşleri arasından senin gibi bir peygamber çıkaracağım, sözlerimi onun ağzına koyacağım…”. Müslümanlar burayı Muhammed’e işaret sayar. İncil: Yuhanna 14:16 – “Ben Babadan dileyeceğim, size başka bir Yardımcı (Parakletos) verecek…”. Müslüman tefsirler Parakletos=Ahmed derler. Ayrıca Yuhanna 16:7 vs.

Bu konuda doğrudan isimle bir eşleşme yok – İncil’de “Ahmed” ismi bulunmaz. Ama dolaylı işaretler Müslümanlarca yorumlanır. Tesniye 18:18, Yahudilerce ve Hristiyanlarca genelde İsrâil peygamberlerine veya İsa’ya yorulsa da, “kardeşleriniz arasından” ifadesi İsmailoğulları (Araplar) diye de okunabilir. Yuhanna’daki Paraklit, Hristiyanlara göre Kutsal Ruh’tur, Müslümanlar “Ahmed” anlamına gelir der (gerçi dil açısından Parakletos “Tesellici” demek). Bu eşleşme zayıf – Müslümanlar için var, diğerleri için yok. Bu da tahrif iddiasının odağı: “adıyla müjde vardı, kaldırdılar” argümanı kullanılır.

Nur 24:2 – “Zina eden kadın ve erkeğin her birine yüz değnek vurun…”; Ayrıca İslam’da bekarlara recm yok, evlilere recm hadisi tartışmalı.

Zina cezası

Tevrat (Levililer 20:10) – “Başkasıyla yatan evli kadın ve erkek kesinlikle öldürülecek.” ve Tesniye 22:23-24 – nişanlı bakireyi baştan çıkaran erkek ve kız şehirde idiyse ikisi de recm edilsin, kırda ise sadece erkek vs.

Hükümlerde fark var. Tevrat zina için kesinlikle ölüm (recm) öngörür (evli/nişanlı durumlarında). Kur’an ise Nur 2’de 100 celde der (çoğu fakihe göre bu evlenmemişlere; evliler için Sünnet recmi korudu). Kur’an’ın celde cezası Tevrat’takinden hafiftir. Müslüman açıklaması: Tevrat hükmü Kur’an’da neshedilip hafifletildi (İsa da İncil’de recm yerine affa veya ağır olmayan cezalara yönelmiş – bkz. Yuhanna 8, “ilk taşı günahsız olan atsın” hadisesi, gerçi bu metin sonradan ektir). Bu bir kısmi sapma – aynı konu var ama ceza farkı belirgin.

Bakara 2:246-251 – İsrailoğullarının Talut’u kral istemesi, Calut (Golyat) ile Davud’un savaşı kıssası.

Tarihsel kıssa detayları

Eski Ahit: 1 Samuel 8 & 17 – İsrailliler Samuel’den kral ister, Saul (Talut) seçilir; Davud ile Golyat savaşı anlatılır. Birçok detay benzer: Nehirde su içme imtihanı hariç.

Kur’an’daki Talut kıssası ile 1 Samuel oldukça paralel, ancak farklılıklar: Kur’an Talut’un kral seçilişinde, Tabut’un geri gelişi ve orduyu nehirde test etmesi gibi Tevrat’ta olmayan unsurlar zikreder. Golyat’ı Davud’un öldürmesi ortaktır. Eşleşme orta – ana hikaye aynı, bazı ayrıntılar farklı. Müslümanlar, “nehirde test” gibi detayların Tevrat’tan eksik olduğunu söyleyebilir (tahrif veya unutma). Yahudiler ise Kur’an’ın burda yanıldığını düşünebilir.

Al-i İmran 3:35-37 – Meryem’in annesinin adaması, Zekeriyya’nın himayesi; 3:44 – Meryem’e kim kefil olacak kura çekimi.

Meryem’in mabede adanması ve bakımı

İncil’de yok (kanonik). Ancak ** apokrif Proto-Yakub İncili** (Yakub’un Müjdesi) kitabında Meryem’in çocukken mabede adanması, büyüyünce kiminle kalacağı kura ile belirlenmesi (asa mucizesiyle Yusuf seçilir) anlatılır.

Kanonik İncil’lerde bu hikaye bulunmaz. Kur’an’ın anlattığı bu detaylar, Meryem apokriflerinde vardır (Protoevangelium Jacobi, 2. yy). Bu, bariz bir sapma: Hristiyan ana geleneğinde değil ama apokrif literatürde olan bir şey Kur’an’da vahiy olarak var. Bu, ya apokriflerin doğru bilgi içerdiğini ya da Kur’an’ın o kültürel rivayetleri benimsediğini gösterir. Müslüman tezi: Apokrif anlatı aslında gerçek, kilise onu kabul etmedi ama Kur’an tasdik etti.

Yukarıdaki tabloya baktığımızda, bazı alanlarda açık eşleşme (21:105 ~ Mezmur 37:29 gibi), bazılarında kısmi karşılık (Talut/Saul hikayesi gibi), bazılarında ise hiç uyuşmama veya boşluk (örneğin Kur’an’da olup İncil’de olmayan Meryem hikayesi) görüyoruz. Bu da “Kur’an bir önceki vahyin hepsini aynen tekrar etmiyor, seçiyor veya yeni bilgi ekliyor” sonucunu düşündürür.

6.2 Tematik Eşleşme Matrisi

Kur’an ile Kitab-ı Mukaddes arasındaki benzerlik ve farkları temalar bazında da incelemek aydınlatıcı olacaktır. Aşağıdaki matriste bazı temel teolojik veya ahlaki temalar seçilmiş, bunların Kur’an’daki ve Kitab-ı Mukaddes’teki ifadeleri, eşleşme derecesiyle birlikte özetlenmiştir:

Tablo 5: Teolojik Tema Bazlı Eşleşme Matrisi

Tema

Kur’an’daki İfade

Tevrat/İncil’deki Karşılık

Eşleşme

Güçlü Kanıtlar

Zayıf Noktalar

Tevhîd (Allah’ın Birliği)

İhlâs Suresi 112:1 – “De ki, O Allah bir tektir.”; Şûrâ 42:11 – “O’nun benzeri hiçbir şey yok.”; Meryem 19:88-92 – Allah’ın çocuk edinmediği vurgusu.

Tesniye 6:4 – “Dinle ey İsrail, Rab Allahımız bir olan Rab’dir.”; Çıkış 20:3 – “Benden başka tanrın olmayacak.”; Markos 12:29’da İsa, Tesniye 6:4’ü tekrarlar.

Yüksek – Her iki kitapta da kesin monoteizm öğretilir.

Hem Kur’an hem Tevrat/İncil (özellikle Eski Ahit ve İsa’nın sözlerinde) Tanrı’nın birliğini net öğretir. Kur’an özellikle teslis inancını reddeder ama İncil’in aslında tek Tanrı inancını öğretip sonradan teslis yorumlandığını savunur.

Hristiyan teslis doktrini, Kur’an tarafından şirke yakın görülür. İncil’de Baba-Oğul-Kutsal Ruh kavramları Kur’an’a göre sapma. Yine de Hristiyanlar “Bir’dir ama üç ipostasta” der. Kur’an bunu kabul etmez, çelişki. Bu tema esasta örtüşse de yorumda ayrılır (teslis meselesi).

Nübüvvet – Peygamberlik (Allah’ın elçileri gönderdiği)

Nisa 4:163 – “Nuh’a vahyettiğimiz gibi sana da vahyettik, diğer peygamberlere de… Dâvûd’a Zebur verdik.”; Şuara 26:105-191’de Nuh, Hud, Salih, Lut, Şuayb kıssaları ardışık anlatılır.

Tevrat’ta ve diğer kitaplarda pek çok peygamber kıssası (Nuh: Yaratılış 6-9; Lut: Yaratılış 19; Salih yerine Hud kavmi benzeri yok ama Eyub, Yeşaya vs. farklı). İncil’de İsa, kendinden önceki peygamberlere atıf yapar (Matta 5:17-18, 23:31).

Orta – Genel kavram örtüşür (Allah peygamberler gönderir), özel isim ve ayrıntılarda kısmi farklar var.

Tüm İbrahimi gelenek peygamberlere inanır. Nuh, İbrahim, Musa, Davud hepsi ortak şahsiyetler. Kur’an bunları tasdik eder.

Bazı Kur’an peygamberleri Kitab-ı Mukaddes’te yoktur (Hud, Salih, Şuayb gibi). Yahudiler ve Hristiyanlar bu isimleri Kur’an’a özgü görür. Ayrıca İncil’de Hz. İsa ilahi konuma yükseltilirken Kur’an’da o da peygamber. Bu “peygamberlik” anlayışında fark.

Şeriat – İlahi Kanun (Helal-haramlar)

Maide 5:44 – “İçinde hidâyet ve nur bulunan Tevrat’ı indirdik, onunla peygamberler Yahudilere hükmeder…”; En’am 6:146 – “Yahudilere tırnaklı hayvanları haram kıldık…”; Nahl 16:118 benzer. İslam’da domuz haram, kan haram vb.

Tevrat, Levililer 11’de besin yasaklarını sayar (domuz haram, bazı hayvanlar haram); Kan dökmek, leş yemek haram (Levililer 17:12-14). İnciller’de İsa Yahudi şeriatine çoğunlukla uyar; Pavlus bazı yiyecek kısıtlarını kaldırır (Elçilerin İşleri 15 kararı: Domuzdan bahsetmez, kan ve boğulmuş yasak der).

Orta – Yahudi şeriatı ile İslam şeriatının helal-haram listesi büyük oranda benzer (domuz vs.). Ahlaki emirlerde de benzerlik yüksek (hırsızlık, zina yasağı vb.).

Kur’an pek çok Tevrat ahkâmını doğrular: “kısasta hayat vardır” (2:179 ~ Çıkış 21:23-25); “zina etmeyin”, “faiz yemeyin” vb. Kur’an, Tevrat’ın esasen ilahi yasa olduğunu teslim eder.

Fark: İslam şeriatı bazı Yahudi kısıtlarını kaldırdı (En’am 6:146, Ali Imran 3:50’de İncil’in bazı haramları helal kıldığı ima edilir). Mesela Yahudilikte deve eti haram, İslam’da helal. Yahudilere Cumartesi tatili emredilmiş, Müslümanlara Cuma farklı. Hristiyanlıkta ise şeriat uygulaması gevşetildi (Pavlus’un etkisi). Bu bakımdan, Kur’an’ın “müheymin”liği devreye girer; farklılıkları açıklıyor.

Ahlak ve İbadet (Yetim hakkı, zina, faiz, dua vb.)

Yetim malı yemeyin (Nisa 4:10), anne-babaya iyilik (İsra 17:23), komşuya iyi davran (Nisa 4:36), günde 5 vakit namaz, oruç (Bakara 2:183), kurban vs.

Eski Ahit’te benzer ahlak emirleri: Yetim-dul hakkı gasbetmek büyük günah (Çıkış 22:22-23), anne-babaya saygı 10 Emir’de var, komşuyu sev (Levililer 19:18). İbadet: Yahudilikte günde 3 vakit dua geleneği (Daniel 6:10). Oruç: Yahudilerde Yom Kippur orucu, Hristiyanlarda oruç uygulamaları. Kurban: Tevrat’ta bolca kurban kanunları (Levililer).

Yüksek – Temel ahlak prensipleri büyük ölçüde aynıdır. İbadet şekilleri farklı olsa da kavram olarak ibadet (namaz, oruç, zekat muadili sadaka) her dinde var.

Ahlaki ortak payda Kur’an’ın önceki vahiyleri tasdikinde en güçlü alandır. Tüm dinler merhamet, dürüstlük, ibadet gibi erdemleri yüceltir. Kur’an bunları Ehl-i Kitab’la paylaşır.

Fark: İbadet ritüelleri değişken. Namazın rekatları vs. Tevrat’ta yok, Hristiyanlıkta kilise ibadeti farklı. Kur’an “her ümmete bir ibadet yolu kıldık” (Hac 22:67) diyerek bunu kabul eder. Ahlakta, Hristiyanlık “tokat atana öbür yanağı dön” gibi yüksek ideal öğütler verir (Matta 5:39); Kur’an’da bu derece değil, kısasa izin var da affetmek daha hayırlı (Şura 42:40). Bu nüanslar haricinde ana ahlak yine ortak.

Eskatoloji (Ahiret) (Cennet-Cehennem, kıyamet)

Zilzal 99:1-8 (Kıyamet sarsıntısı, herkes ameli görecek); Vakia 56 (Cennet nimetleri, üç grup insan); Nebe 78:18-30 (Mahşer, cehennem); pek çok ayet.

Eski Ahit’te ahiret inancı net değil: Daniel 12:2’de “birçokları dirilecek, kimisi ebedi hayata, kimisi utanca” denir. İncil’de ise ahiret belirgin: Matta 25:46 – “Bunlar ebedi azaba, doğrular ebedi yaşama gidecek.”; Vahiy Kitabı cehennem tasvirleri.

Orta – Hristiyanlık ve İslam ahiret inancında benzer (cennet-cehennem ebedi). Yahudilikte konsept farklı ve belirsizdi (çoğu Yahudi ölüler diyarı Sheol der, net cennet-cehennem kavramı yoktu).

Kur’an, özellikle Hristiyanlığın geliştirdiği ahiret inancına yakın bir şekilde cennet-cehennem tasvirleri sunar. İncil’in Vahiy kitabı ve Pavlus mektuplarıyla eskatoloji benzer.

Yahudi Tevrat geleneğinde ahiret belirsiz (bu konuda Kur’an Yahudileri eleştirir gibi değil ama Mesih beklentileri vs. farklıydı). Ayrıca reenkarnasyon vs. yok; üç dinde de yok gerçi. En büyük fark: Hristiyanlık’ta “Tanrı’nın Oğlu İsa’nın müminleri kurtaracağı” inancı var, İslam’da herkes kendi ameline göre ve Allah’ın rahmetiyle. Yani mahşer anlatılarında ortaklık olsa da kurtuluş teolojisinde fark var (İncil vurgusu: İman ve lütufla kurtuluş; Kur’an: İman ve amel).

Bu tematik analiz, Tevhid, nübüvvet, ahlak gibi alanlarda Kur’an ile önceki metinlerin büyük ölçüde ortak zemini paylaştığını, ancak hukukî detaylar ve itikadi yorumlarda farklılaşmalar bulunduğunu gösterir. Bu da Kur’an’ın kendini konumlandırdığı “müheymin” (koruyucu-şahit) rolüyle uyumludur: Ortak hakikatleri teyit, farklılaştığı noktaları tashih.

6.3 Vaka Çalışmaları: Özel Karşılaştırmalar

1. Zebur (Mezmurlar) – Kur’an Bağlantısı: Yukarıda Zebur konusunda geniş bahsettik. Özellikle Enbiyâ 21:105’in Mezmur 37:29 ile neredeyse kelimesi kelimesine çakışması, Kur’an-Zebur arasında bir örtüşme kanıtıdır. Ayrıca İslam literatüründe Peygamberimiz “Zebur’da şu yazılıdır…” diye bazı alıntılar yapar. Mesela yukarıda zikredilen “hikmetin başı Allah korkusudur” sözü. Bu söz, Mezmur 111:10 ve Süleyman’ın Özdeyişleri 9:10’da geçer. İslam kaynakları bunu bazen hadis zannetse de, Zebur’dan aktarım olduğu söylenir. Yine Mezmur 104 ile bazı Kur’an ayetleri arasındaki benzerlik, akademik çevrelerce not edilmiştir (yaratılış ve tabiata dair ifadeler). Bu bulgular, Zebur’un muhtevasının önemli bir kısmının ilahi hikmet olarak Kur’an’da kabul gördüğünü, hatta Kur’an’ın onu zımnen referans alabildiğini gösterir. Bu durumda, Zebur’da doktrin açısından büyük bir sapma olmadığı sonucuna varırız; Zebur’un mesajı tevhidî ve ahlaki olduğundan Kur’an onu tasdik ediyor.

2. İncil Meselesi – Dört İncil ve Kur’an’ın İncil’i: Kur’an’da “İncil, İsa’ya verildi” vurgusu var, ama tarihsel olarak Hristiyanların dört İncil’i İsa’dan sonra yazıldı. Bu bariz fark, hep tartışılmıştır. Müslümanlar diyor ki: Kur’an “İncil” derken o dört kitabı kastetmiyor; İsa’ya Allah’ın verdiği vahiy, O’nun öğretileri kastediliyor. Ne var ki bugün biz İsa’nın orijinal sözlerini ancak o dört İncil aracılığıyla bilebiliyoruz (ve bazı apokriflerle). Bu sözlerin bir kısmı Kur’an’la uyumlu (örneğin “Allah tek’tir” mesajı, ahlak öğretileri), bir kısmı ise Kur’an’ın reddettiği teolojik anlamlar kazanmış (örn. İsa’nın ilah kabul edilmesi, baba-oğul terimleri). Dolayısıyla Kur’an’ın “İncil” kavramı, belki o ilk saf vahye denk geliyor. İslamî kaynaklar, İsa’ya “İncil adında bir kitap indi” diyen de var ama daha çok “İncil, İsa’ya Allah’ın verdiği şeriat/talimattır” diyor. Canonical İncil yazarlarından bahsetmez Kur’an hiç – Markos, Luka vs. anılmaz. Bu da incilin kilise eliyle derlendiğine ima olabilir. Vaka olarak Barnaba İncili efsanesi var: Ortaçağ’da ortaya çıkan Barnaba adlı bir İncili, Müslümanlar “Bakın Hz. Muhammed’i haber veriyor, demek ki gerçek İncil belki bu!” diye bir dönem çok önemsediler. Halbuki o metnin 15-16. yy’da bir Müslüman veya Yahudi tarafından yazılmış sahte bir “ideal İncil” olduğu ortaya çıktı. Bu olay, Müslümanların, Hristiyanların elindeki herhangi bir metne dayanmadan bir “orijinal İncil” tasavvur etmeye ne kadar meyilli olduğunun örneğidir. Günümüzde daha ihtiyatlılar; “gerçek İncil şu anda mevcut değil, parçaları Matta, Markos vb. içinde dağılmış olabilir” diyen yaklaşım baskın. Bu, kısmen Hyp. D (terimsel) ve C (kısmi örtüşme) karışımıdır.

3. Musa’ya Atfedilen Tevrat ve Belgesel Teori: Yahudi-Hristiyan bilim insanları, Pentateuk’un Musa sonrası derlendiğine dair güçlü deliller ortaya koydular (farklı isim kullanımları, iki yaratılış hikayesi, Musa’nın ölümünü anlatması vb.). Kur’an bu konuda yorum yapmaz – O, Tevrat’tan bahsederken Musa’ya atıf yapar, ve “Tevrat’ı Musa’ya verdik” der. Bu klasik inançtır. Eğer belgesel teori doğruysa (modern ilme göre evet), Kur’an tarihsel durumla tam örtüşmeyen bir basit kabul yapmış (Musa’ya verildi). Bunu Müslümanlar şöyle açıklayabilir: “Musa’ya levhalarla temel Tevrat verildi, sonra İsrailoğulları peygamberleri onu açıklayıp eklemeler yaptı. Ama Kur’an hepsine Tevrat demiş.” Hatta Taberî’nin naklettiği bir görüş: “Tevrat Musa’ya indi, içindeki tarihî kısımları ise Yuşa bin Nun (Yeşu) ekledi” gibi. Bu aslında belgesel teoriyi çağrıştırır: Musa’nın ölüm sonrası olayları halefi yazmış. Bu tip rivayetler, erken Müslümanların da Tevrat’ın bugünkü halinin saf Musa kelamı olmadığını sezdiklerini gösterir. Yine Tevrat’taki bazı “yakışıksız” hikayelere (Nuh’un sarhoş olup çıplak yatması vs.) İslam alimleri “bu sonradan Yahudilerce ilave edilmiş iftiralar” demiştir – yani lafzî tahrif demiştir. Belgesel teori de tam olmasa bile, bu eklenti-çıkarımları doğruladığından, Müslümanların bu iddiası kısmen yankı bulur.

6.4 Sonuç: Eşleşmelerin ve Sapmaların Genel Değerlendirmesi

Yukarıdaki bulguları özetleyerek genel bir değerlendirme yapabiliriz:

·         Kıssalar ve Tarihsel Anlatılar: Kur’an’ın kıssa anlatımları çoğunlukla önceki kitaplarla aynı genel çerçevede, ama bazı vurgu ve detay farklılıklarıyla gelir. Bu, Kur’an’ın önceki gelenekten beslendiği ancak kendi mesajına uygun düzeltme ve eklemeler yaptığı izlenimini verir. (Örnek: Talut/Saul kıssası – genel aynı, detay farklı).

·         Teoloji ve İnanç Esasları: En büyük ortak payda buradadır. Tek Tanrı inancı, peygamberlere iman, meleklerin varlığı, ahiret – bunlar üç dinde de vardır. Farklar, Hristiyanlıkta İsa’nın ilahi konumu gibi spesifik inançlarda. Kur’an burada belirgin sapma görüyor ve düzeltiyor. Bu açıdan Kur’an, Yahudi monoteizmine daha yakın durur, Hristiyan ilavelerini reddeder.

·         Ahlak ve Hukuk: Temel ahlak kuralları ortaktır (10 Emir’in çoğu İslam’da da farz: şirk koşmamak, anne-babaya saygı, adam öldürmemek, zina etmemek, çalmamak, yalan şahitlik yapmamak). Bu muazzam bir eşleşmedir ve Kur’an bunu açıkça teyit eder (En’am 6:151-153 ayetleri adeta 10 Emir’in İslami versiyonudur). Hukukta, özellikle ibadet ve bazı helal-haramlarda farklılaşma var. Kur’an, bazı ağır Yahudi hükümlerinin gevşetildiğini söyler (Nahl 16:118, Ali İmran 3:50). Bunu tahrif değil, ilahi irade ile nesih olarak açıklar. Mesela Cumartesi yasağı, Kur’an’a göre Yahudilere sınamaları için kondu ve ihlal ettikleri için lanetlendiler (Nahl 16:124). İslam’da Cumartesi yok ama Cuma namazı var. Bu, kanunlarda Tanrı’nın farklı ümmetlere farklı şeriatlar vermesine işaret eder.

·         Yazı/Kanon Sorunu: Kur’an’ın referansı bazen yazılı kitaba (Tevrat, Zebur) bazen sözlü korunan vahye (İncil) gibidir. Bu, daha önce bahsedilen terminolojik farklılığa yol açar. Müslüman ilahiyatı genelde Kitab-ı Mukaddes’in mevcut halini onaylamaz, ama ondan tamamen kopuk da değildir – “aslı vardı, bu ondan kopuk değil ama değiştirilmiş” der.

Bu değerlendirmeler ışığında, diyebiliriz ki: Kur’an ile kutsal kitaplar arasındaki ilişki ne tam bir aynılık ne tam bir yabancılıktır. Kur’an’ın iddiası da zaten “tasdik ve mûhaymin” oluşudur – yani ortak çizgileri onaylar, farklılaştığı noktalarda hakemlik yapar. Müslümanların yaklaşımı da bu olduğu zaman tutarlıdır: Ne İncil ve Tevrat’ın tamamen uydurma olduğunu iddia etmek (bu tarihi veriye aykırı olur), ne de onları bütünüyle onaylamak (bu da İslam inancına aykırı).

7. Neden Aynı veya Neden Değil? – Tarihsel ve Teolojik Analiz

Önceki bölümlerde tespit ettiğimiz üzere, Kur’an’ın önceki kutsal metinlerle ilişkisi hem süreklilik hem kopuş unsurları taşır. Bu bölümde, bu benzerlik ve farkların nedenleri üzerine yoğunlaşacağız. Bunu yaparken üç boyut dikkate alınacak: Tarihsel kırılma ve değişimlermetin iletim süreçleri (tenkit bulguları) ve tefsirî/teolojik kabuller.

7.1 Tarihsel Kırılmalar ve Dönüm Noktaları

Yahudi ve Hristiyan kutsal metinlerinin binyıllık yolculuğu içinde, Kur’an’ın indiği 7. yüzyıla gelene dek birçok olay olmuştur ki bunlar metinlerin yapısını ve kabulünü etkilemiştir. Öne çıkan bazı kırılmalar:

·         Babil Sürgünü (MÖ 586) ve Sonrası: Yahudilerin bir kısmı sürgünde İbranice yerine Aramice konuşmaya başlamış, yazılı Tora’ları korunurken, peygamberlik geleneği zayıflamıştır. Sürgün dönüşünde (MÖ 5. yy) Ezra ve Nehemya’nın Tora’yı yenilemesi ve okuması (Nehemya 8) bir dönüm noktasıdır. Bu, Tevrat’ın redaksiyonunun tamamlandığı ve cemaatin resmen benimsediği an sayılır. Kur’an belki “Zikr” derken bu yazılı Tevrat’a işaret eder. Ancak o dönemde diğer kitaplar (Neviim, Ketuvim) tam sabit değildi. Bu belirsizlik, daha sonra Apokrif metinlere kapı açtı. Mesela Ölü Deniz topluluğu (Esseniler) kendi ilave mezmurlarını, takvim metinlerini kutsal saydı. Bu çeşitlilik, belki Kur’an’ın “zübur (kitaplar)” kelimesini çoğul kullanmasıyla anılır (Fâtır 35:25; Şuara 26:196).

·         Helenistik Dönem ve Septuaginta (MÖ 3.-1. yy): Yahudilerin büyük kısmı İbranice bilmediğinden Tevrat Yunancaya tercüme edildi; ilginç şekilde yeni jenerasyon için bu çeviri de “kutsal” sayıldı. Hristiyanlar M.S. ilk asırlarda bu LXX’yi benimseyince, Yahudiler ondan uzaklaştı. Bu, kanon farklarına yol açtı (Apokrifalar meselesi). Kur’an açısından bakarsak, Arap topraklarındaki Yahudiler muhtemelen hem İbranice hem biraz Yunanca/Aramice biliyor ve farklı metin geleneklerinden haberdardı. Mesela Medine Yahudileri Eyyub kitabını biliyor olmalı (Kur’an’da kısmen bahsedilir), belki apokrif Sirach’ı biliyorlardı. Bu kültürel ortam, Kur’an’ın belki de hem kanonik hem apokrif unsurları içeren bir “Ehl-i Kitap geleneği havuzundan” etkilenmesine yol açmış olabilir.

·         Erken Hristiyan Konsilleri ve İncil Kanonu (MS 4. yy): Hristiyanlar 4. yy’da İznik Konsili (325) ile teslis-i sawwm, İsa’nın tanrısallığı gibi doktrinleri netleştirdi; 367’de Athanasius mektubuyla İncil kanonu belirlendi (27 kitap). Bu, Kur’an’dan yaklaşık 250 yıl önceydi. Yani Kur’an geldiğinde, Bizans topraklarındaki Hristiyanlar Matta-Markos-Luka-Yuhanna dışında bir “İncil” bilmiyorlardı; Barnabas, Thomas gibi apokrifler sapkın sayılıyordu. Ancak Arap Yarımadası’na yakın coğrafyalarda Nasturi, Monofizit gibi konsilden ayrık kiliseler de vardı (Kur’an coğrafyasında muhtemelen Nasturiler ve Yakubî Monofizitler hakimdi). Bu gruplar da aynı dört İncil’e sahipti, fakat teslis yorumları biraz farklıydı (Nestorius, İsa’da iki tabiat vurgusu ile suçlandı vs.). Bu demek oluyor ki, Kur’an’ın geldiği dönemde “İncil metni” konusunda genel bir birlik olsa da teolojik yorum farkları mevcuttu. Kur’an’ın Hristiyanlar hakkındaki eleştirileri (teslis, İsa’yı tanrı edinme, rahipleri rab edinme gibi ifadeler) belki bazı uç yorumları hedef alır. Mesela Orta Arabistan’da bir Cerrahiyye tarikatı (halk dilinde İsa’ya Allah’ın oğlu diyen, Meryem’i tanrıça gibi gören bir grup) olduğuna dair rivayetler var. Maide 5:116’da Meryem’in ilah edinilmesi soruluyor – bu ana akım Hristiyanlıkta yok, ama bazı Mısır-Suriye yerel inançlarında Meryem’e tapınma gibisinden abartılar mevcuttu. İşte bu yerel-sapkın varyasyonlar, Kur’an’ın eleştiri tonunu belirledi. Yani tarihsel kırılmalar derken, özellikle Hristiyan doktrinindeki radikal dönüşüm (Yahudi monoteizminden teslis inancına geçiş), Kur’an’ın Ahd-i Cedid’e mesafesinin temel nedeni oldu.

·         İslam’ın Kendi Tarihi: Son kırılma olarak, Kur’an’ın nüzulü ve akabinde İslam’ın yayılışı da Ehl-i Kitab’ın kitaplarının durumunu etkiledi. Bazı Yahudi ve Hristiyanlar, İslam’ı meşrulaştırmak için metinlerini gözden geçirdi mi? Bu konuda birkaç iddia ortaya atılır: Kimi Müslümanlar der ki Hristiyanlar İncil’deki “Paraklit” aslında “Periklytos” (övgüye değer = Ahmed) idi, sonradan değiştirdiler. Bu teorilere Batılılar itibar etmez, ama Orta Çağ’da bu suçlamalar çoktu. Yahudiler için de “Tevrat’taki Muhammed’i müjdeleyen yerleri gizlediler” denir. Bu iddiaların somut delili yok; aksine elimizde o döneme ait kitabeler, elyazmaları (Sinaiticus mesela) var ki bunlar İslam öncesi. Belki de bu yüzden modern Müslüman alimler bu komplo teorilerinden uzak duruyor. Ancak, ilginç bir nokta: Emevî halifesi Abdülmelik devrinde (691 civarı) yapılan Kubbetü’s-Sahra kitabelerinde, Kur’an’dan İsa’nın sadece kul olduğu (Maide 72 vs.) ayetleri yazıldı – sanki Hristiyanlara karşı manifesto gibi. Bu, erken İslam yönetiminin de teolojik kırılmaya aktif girdiğini gösterir. Zamanla, İslam coğrafyasında yaşayıp Arapça konuşan Hristiyanlar (Melkit, Nasturi vs.), İncil’i Arapça’ya çevirdiler (9. yy civarı). Bu çevirilerde Kur’an’ın etkisi hissedildi: Mesela “Allah” ismi kullanıldı (ilginçtir, Kur’an “Allah” diyor diye belki). Bu küçük örnek bile, bir kırılma sonrasında metin aktarımının incelikle kesiştiğini gösterir.

7.2 Metin Eleştirisi ve Varyantlar Üzerine Bulgular

Ölüdeniz Parşömenleri ve Nag Hammadi kütüphanesi gibi 20. yy buluşları, mukayeseli din için hazine oldu. Ölüdeniz tomarlardan anlıyoruz ki: - MÖ 1. yy civarında bir Yahudi mezhebi (muhtemelen Esseniler), kendi ilham eserlerini ve Tanah’ın kopyalarını saklamış. Oradaki Yeşaya tomarı Masoretik ile %95 aynı dedik. Bu, Kur’an’ın “Tevrat değişti” tezine biraz ters: En azından Yeşaya kitabı 2000 yıl neredeyse sabit kalmış. - Yine DSS, Psalm 37:29 gibi cümlelerin Zebur’da eskiden beri olduğunu doğruladı. Müslümanlar “bakın Zebur bozulmadı” diyebilir. - Bazı DSS metinleriyse MT ile değil LXX ile örtüşüyor. Bu, Kur’an zamanında farklı Tevrat nüshalarının olabileceğine ipucu. Belki Medine Yahudileri LXX’den de haberdardı (zira Filistin coğrafyası). - Nag Hammadi (Mısır, 1945): Bu kütüphanede Tomas İncili, Mısır’ın İskenderiye geleneğine ait apokrifler vs. vardı. Onlar olmasa belki Kur’an’ın bebek İsa mucizesi veya kuş yapma mucizesi “nerden çıktı” derdik. Şimdi biliyoruz ki bu gnostik eserlerde de var. Bu, Kur’an’ın Yahudi-Hristiyan literatürün sadece ana akımını değil, alternatif kollarını da yankıladığını gösterir. Tarihsel açıklama: Arap Yarımadası, imparatorlukların hududunda bir mozaikti; çeşitli mezhepler (Belki Ebionitler – Yahudi Hristiyanlar, belki gnostik gruplar) orada bulunmuş olabilir. - Yeni Ahit metin tenkidine gelince: Codex Sinaiticus’un bulunması (19. yy) ile Markos 16:9-20’nin ek olduğu, Yuhanna 7:53-8:11’in ek olduğu vb. ortaya çıktı. Kur’an’ın bunlara tepkisi yok; bu kısımlar belki 7. yy’a varmadan eklendi. Ama İslam alimleri bunları fark etti: mesela İbn Hazm “Yuhanna’da zina eden kadın hikayesi var, bu Pavlus öğüdüne ters, demek ekleme” diye akıl yürütmüştü. Bu, Müslümanların tenkit yaklaşımı geliştirdiğini gösterir. Bilim onları kısmen doğruladı. - Yine 1. Yuhanna 5:7 Comma Johanneum (Üçleme ifadesi) sadece Latin nüshalarda var; Yunanca en eski nüshalarda yok. Müslüman polemikçiler bu ayeti “uydurma” diye işaret etmişti (Rahmetullah el-Hindi vs.). Sonradan Hristiyan teologlar da kabul etti ki bu eklemedir. Demek, lafzî tahrifin bazı örnekleri gerçekten var (en azından müstensih ilavesi olarak). - Bu bulgular, Kur’an’ın belki “dillerini eğip büküyorlar” (Ali İmran 3:78) demesinin bir kısmının fiili karşılığı olabileceğini, kopyalama sırasında teolojik kaygıyla minik eklemeler yapıldığını ima eder. Ne var ki bu eklemeler Kur’an’ın öz itiraz ettiği noktalarla %100 çakışmaz – Comma Johanneum mesela tam da teslisi kesin ifade eder, Kur’an bunu reddeder; bu cümlenin uydurma çıkması Müslüman argümanı destekler: “Bakın, insanlar üçlemeyi İncil’e bile sonradan yazmış.” - Öte yandan, Kur’an mesela Barnabas adını anmaz ama Barnabas mektubu 4. yy codex Sinaiticus’ta yer alıyordu. Barnabas’ın orada “Tanrı’ya inanıp iyi ameller yapmalı” gibi Kur’an’vari vurguları var. Hristiyanlar bunu kanondan saymadı. Bu belki “Kur’an’ın ruhuna uygun yazılar ortodoks tarafından bastırıldı” gibi bir sonuca vardırılabilir. Yine de bu spekülatif.

Bütün bu tenkit bulguları, Müslümanların her iki kitabı da insanlar değişti tezine tamamen desteksiz dememize engel, ama abartılı “tamamen bozuk” iddiasını da çürütür.

7.3 Tefsirî ve Kelâmî Yaklaşımlar

Erken İslam Tefsiri: İlk müfessirler Ehl-i Kitab kıssalarını kullanmaktan çekinmedi. Taberî tefsirinde sayısız İsrailiyat vardır. Demek ki Kur’an’ın Ehl-i Kitab anlatımlarını genel olarak güvensiz bulmama tavrı hakimdi. Ancak, tahrif kavramını da dile getirdiler: Her İsrailiyat rivayetinden sonra Taberî “doğrusunu Allah bilir, kitabımız bunu teyit etmiyor” diye notlar düşer. Yani temkin var. Sonraki alimler, özellikle Gazzali, Fahruddin Razi, İbn Taymiyye vs. daha sistematik baktılar. Gazzali Hristiyanlara cevabında (er-Reddül Cemil) Markos’tan alıntılar yapar, çelişkileri gösterir. Yani bir tenkit aklı var.

Kelamcılar: Mu’tezile gibi akımlar bir ara, “Nasraniler Tevrat ve İncil’i değiştirdiler mi?” sorusunu tartıştı. Mu’tezili alim Kadı Abdulcebbar (ö. 1024) “Evet, deliller ortada, metinler kendi içinde çelişiyor, demek bozulmuş” diye eser yazdı (Tesbit delail nübüvve). Eş’ari alimler (mesela İmam Razi) biraz daha temkinli yaklaştı, “Kur’an lafzen tahrif var demiyor, manen diyor” dediklerini aktarmıştık. Yani bu, fırkalar arası tartışma konusuydu.

Modern Dönem: 19.-20. yy’da oryantalist etkiyle, bazı Müslüman reformcular (Abduh, Rida) “Kitaplar belki metin olarak çok bozulmadı ama yanlış yorumlandı” demeye yatkınlaştılar. Bunda Hristiyanlarla diyaloğun da etkisi var: Onlara tamamen kitabınız sahte demektense “öz aynı ama bak anlayış farklı” demek diplomasisi. Bu, özellikle Mısırlı ve Hint alt kıta aydınlarında görülür. Pakistanlı Mevdudi mesela tefsirinde “tahrif manevîdir” dedi. Buna tepki olarak da bazı “literalist” alimler (özellikle Suudi çevresi) “Hayır, Abduh yanıldı, tahrif lafzidir, Abduh Hristiyanlara şirin görünmek istedi” dediler. Yani bu halen tartışma.

İbrahimi Dinlerarası Akademik Yaklaşım: Günümüzde bazı akademisyenler (hem Müslüman hem gayrimüslim), Kur’an’ın Yahudi-Hristiyan literatüre atıflarını inceliyor ve şöyle yaklaşıyor: “Kur’an, dönemin Ehl-i Kitab’ının elinde ne varsa onunla tartıştı. Yani muhatabın kitabını reddetmedi, sadece onları doğru olanı yapmaya çağırdı.” Bu bir nevi Manevi tahrif + kısmi örtüşme karması. Örneğin Angelika Neuwirth gibi bir oryantalist, Kur’an’ın Ehli Kitapla “ortak bir diskur” kullandığını, tamamen kendini ayrı tanımlamadığını iddia eder. Bazı Müslüman akademisyenler de bu çizgide: “Kur’an Yahudi ve Hristiyanlarla ortak zemini vurgular, ayrımı inanç esası bazında (teslis gibi) yapar.” Bu yaklaşım, teolojik suçlamaları yumuşatıyor ve belki de tarihsel etkileşime daha uygun. Fakat klasik ulemanın geneli bu kadar uzlaşmacı değildi.

Özet: Tefsir ve kelam geleneğinde, Kur’an’ın Tevrat/İncil’e bakışı bir spektrum oluşturur. Kimi alim “hepten bozuk” der (özellikle tartışmacılar), kimi “aslı hak ama anlam saptı” der. Bu, onların bulgularının birer yansıması ama belki de çoğunlukla polemik ihtiyaçlarının sonucudur. Mesela bir Müslüman, İslam’ın haklığını ispat için İncil’de çelişki arar (lafzî tahrif savunması), bir diğeri Ortodoks Hristiyan’ı imana yaklaştırmak için İncil’den ortak öğütler vurgular (kısmi örtüşme-savunma). Bunlar stratejik.

8. Sonuç ve Tez Değerlendirmesi

Çalışmamız boyunca, Kur’an’da “Kitap verilen peygamberler” konusunu detaylı bir biçimde ele aldık. Şimdi elde ettiğimiz bulgular ışığında, girişte belirtilen hipotezler (A: Lafzî tahrif, B: Manevî tahrif, C: Kısmi örtüşme, D: Terimsel fark) hakkındaki genel kanaati ve bu konudaki tezimizin değerlendirmesini sunacağız.

Kanıtların Dengesi:

·         Hipotez A (Metin tamamen bozuldu): Bağlayıcı kanıtlar, bu tezde abartı olduğunu gösteriyor. Zira Kur’an’ın kendisi bile Ehl-i Kitab’ın kitaplarında hidayet ve nur olduğunu bildiriyor. Tarihsel elyazmaları da, bugünkü Tevrat ve İncil’in özünün binlerce yıldır korunduğunu ortaya koydu. Bununla birlikte, kısmi metin tahrifleri (eklemeler, eksiltmeler) yok değil. Müslümanların eleştirdiği bazı noktalar (Örn: Üçleme ayeti, Yuhanna 8 olayı) gerçekten sonradan ek çıkmıştır. Demek ki A hipotezi toptan reddedilmese de, “tamamen bozulma” değil, “kısmi değişiklik” olarak revize edilmeli.

·         Hipotez B (Metin sağlam, anlam bozuldu): Kanıtlar, anlam sapmasının çok büyük rol oynadığını doğruluyor. Özellikle Hristiyan teolojisinde, İncil metni aynı kalsa da teslis gibi yorumlarla monoteist yapı değişti. Kur’an da buna vurgu yapıyor (mesaj bozuldu diyor). Yahudiler için de Kur’an, Tevrat’ın aslını bilip de “işlerine geleni göstermek, gelmeyeni gizlemek” şeklinde eleştiri yapar. Bu, B tezini doğrular. Ancak, Ehl-i Kitab metinlerinde Kur’an’a aykırı unsurlar da mevcut (örneğin putperest anlatılar?), bunlar anlamla açıklanamayacak kadar metinseldir. Yani B tek başına yetmez, A’dan unsurlar lazımdır.

·         Hipotez C (Kısmi örtüşme): Bu en kapsayıcı açıklama gibi duruyor. Araştırmamız boyunca pek çok örtüşme (tevhid, temel ahlak, kıssaların çekirdeği) ve bazı sapmalar (teslis, peygamber anlatılarındaki aşırılıklar, helal-haram farklılıkları) tespit ettik. Kur’an’ın misyonunu da sanki bu kabul üzerine oturtmak mümkün: “Önceki kitapların bir kısmı doğrudur, onları onaylıyorum; bir kısmı saptı veya geçerliliği doldu, onları düzeltiyorum.” Elde edilen veriler C tezini güçlü şekilde destekler.

·         Hipotez D (Terim farklılığı): Bu çalışma, Kur’an’ın terminolojisinin inceliklerine dikkat çekti. Bazı örneklerde (İncil kavramı gibi) Kur’an’ın gerçekten de Hristiyanların anladığından farklı bir “İncil” kavramına sahip olduğunu gördük. Bu açıdan D tezi de geçerli. Ancak D, tek başına değil diğerleriyle birlikte anlam kazanıyor; çünkü Kur’an terim olarak farklı şeyler kastediyor olsa da, neticede o terimin içeriğinin akıbeti (bozulmuş mu korunmuş mu) A, B, C ile alakalı. Yani D, daha çok yönteme dair bir hipotez.

Çoklu-senaryo Yanıt: “Kur’an’ın atıf yaptığı Tevrat/İncil tam olarak nedir?” sorusunun belki de en doğru cevabı, tek bir cümle değil, birden fazla boyutu içeren bir beyan olmalıdır:

Kur’an, Tevrat dediğinde Hz. Musa’ya inen ilahî yasayı kasteder – bu bugünkü Pentateuk’un çekirdeğine denk gelir, fakat Kur’an’a göre Yahudiler bu yasayı her zaman sadakatle taşımamış, kimi anlam saptırmaları ve belki ufak eklemelerle bulandırmıştır. İncil dediğinde de Hz. İsa’ya vahyedilen mesajı kasteder – bu, bugünkü dört İncil’de kısmen korunmuş İsa öğretileridir, ancak gerçek İncil İsa’nın kendisine Allah tarafından öğretilen ve onun tebliğ ettiği vahiydir. O vahyin bir kısmı havarilerin yazılarında mevcuttur, bir kısmı ise özellikle teslis yanlısı teolojilerce gölgede bırakılmıştır. Kur’an’ın misyonu, bu önceki vahiy kategorilerini tasdik ederken, onların güncel temsilcilerinin hatalarını tashih etmektir. Kısaca, Kur’an, Tevrat ve İncil kavramlarını kabul eder ama onları yeni bir tanımlamayla doldurur: Tevrat ve İncil gerçekten indi, ama şu an sizin elinizdekiler ancak o indirilenlerin gölgesidir; gelin Kur’an’a uyun ki o asıllara da uymuş olun mesajını verir.

Sınırlılıklar: Bu araştırmanın belli sınırlılıkları not edilmelidir: - Belgesel Kanıt Eksikliği: Kur’an’ın indiği döneme ait Yahudi/Hristiyan kitap nüshaları Arapça’da neredeyse yoktur, bu yüzden Kur’an’ın tam olarak neye cevap verdiğini yüzde yüz bilemiyoruz. Araştırma, eldeki sonraki metinler ve Kur’an içeriğiyle bir yeniden inşa yapıyor. Bu bir varsayım payı bırakır. - Yansızlık ve İnanç Perspektifi: Bu çalışma, akademik tarafsızlıkla olguları ortaya koymaya çalıştıysa da, konunun doğası gereği bir inanç boyutu var. Yazar, İslam’ın bakışını yansıtırken, Yahudi ve Hristiyanların öz algılarını da aktarmaya gayret etti. Yine de, "hakikat" değerlendirmesinde kaçınılmaz olarak İslami tezleri merkeze aldı (zira sorunsal bu). Okuyucu bunu göz önünde bulundurmalıdır. - Dil ve Tercüme Sorunu: Kur’an Arapça, Tevrat İbranice, İncil Yunanca olunca, kavramların tam karşılanmasında zorluklar olabiliyor. Örneğin “Parakletos = Faraklit = Ahmed” iddiası, diller arası bir ses benzerliğine dayandırılıyor ve çok tartışmalı. Bu tip noktalarda kesin hüküm vermekten kaçındık, alternatif yorumları belirttik. - Arkeolojik Delillerin Yorumu: Arkeoloji (DSS vb.) çoğu noktada düşündürücü veriler sunuyor ama Kur’an’ın mesajıyla doğrudan kesişen olgu az (mesela Zebur örneği var, ama “Meryem apokrif hikayesi” gibi örnekler arkeolojiyle değil, metin karşılaştırmasıyla incelenebildi). Henüz ortaya çıkmamış bulgular ileride bu resmi değiştirebilir.

Gelecek Araştırma Önerileri: Bu alan, bir raporla tükenmez. Öneriler: - Filolojik Mikro-analiz: Özellikle Kur’an’daki kıssalar ile Kitab-ı Mukaddes anlatıları arasında kelime bazlı karşılaştırmalar yapılabilir. Mesela Kur’an’da Harun’a atfedilen “Anamın oğlu” ifadesi (Ta Ha 20:94) ile Tevrat’taki karşılığı, ya da Kur’an’daki özel isimlerin (İdris, Elyesa’, Zülkifl gibi) orijinleri incelenebilir. Bu, Kur’an’ın hangi geleneğe yaslandığını daha net gösterir. - Apokrifaların Etkisi: Meryem, İsa mucizeleri, Lokman kıssası (Lokman, Yahudi apokriflerinde “Balam” olabilir mi?), Ashab-ı Kehf (7 Uyurlar efsanesi) gibi konularda, Kur’an’ın kullandığı malzemenin geç-antik dönem apokrifleriyle ilişkisi derinlemesine araştırılmalıdır. Bu, İslam’ın ilk muhataplarının hangi hikayeleri bildiğini de ortaya koyacaktır. - Karşılıklı Tefsir Tarihi: Müslüman, Yahudi ve Hristiyan yorumcuların asırlar boyunca birbirlerinin kitaplarına bakışı ve verdikleri tepkiler incelenebilir. Bu raporda kısmen değindik (İbn Hazm vs. Origenes gibiler), ama bu tarih başlı başına önemlidir. Mesela ortaçağda bazı Yahudi bilginler Kur’an’dan etkilenip teslis eleştirisi yapmışlardır (İbn Meymun belki). Bu etkileşimli tefsir tarihi, üç din arasındaki bilgi alışverişini açığa çıkarır.

Yansızlık Beyanı

Bu çalışmada, konunun yüksek hassasiyeti nedeniyle elimden geldiğince yansız ve saygılı bir dil kullanmaya özen gösterdim. İbrahimi dinlerin kutsal kabul ettiği metinler hakkında objektif tespitler yaparken, her inanç grubunun perspektifine adil yaklaşmaya gayret ettim. Hiçbir dinî metne veya inanca hakaret veya küçümseme ifadeleri kullanmadım; eleştiriler bilimsel veriler ve Kur’an’ın kendi iddiaları çerçevesiyle sınırlı tutuldu.

Amacım polemik yapmak değil, kanıta dayalı bir mukayese sunmaktı. Bununla birlikte, ben de bir bakış açısına sahibim: İslamî perspektiften yazdığım için, Kur’an’ı hakem metin olarak değerlendirdim. Bu, bir tercih ve inanç meselesidir; okuyucular bunu hesaba katmalıdır. Ancak değerlendirmelerimi mümkün mertebe somut referanslarla (ayeti, tarihi belgeyi göstererek) temellendirdim. Böylece, bir iddianın doğruluk payı okuyanın da denetleyebileceği şekilde ortaya konmuş oldu.

Son tahlilde, Kur’an ve önceki kitaplar meselesi, hem teolojik hem tarihsel yönü olan karmaşık bir konudur. Bu rapor, mevcut bilgimiz dahilinde kapsamlı bir harita çizmeye çalıştı. Elde ettiğimiz sonuçlar, farklı hipotezlerin hepsinde bir parça doğruluk payı olabileceğini, kesin yargılardan ziyade dengeli bir anlayışın daha isabetli olacağını göstermektedir. Kur’an, kendinden önceki vahiy mirasını bütünüyle sahiplenirken bir yandan da onu aşan bir mesaj getirmiştir. Bu dengeyi anlamak, ancak dinler tarihine ve metinlerin serüvenine vakıf olmakla mümkün görünmektedir.


Metodolojik Sınırlılıklar: Yukarıdaki değerlendirmeler, mevcut kaynaklar ve akademik araştırmalar ışığında yapılmıştır. Konunun ilahiyatî boyutu, belge ve bulgularla tamamlanmaya çalışılmıştır. Bununla birlikte, dine ilişkin bu tür meselelerde tam bir kesinlik sağlamak çoğu kez mümkün değildir – zira inanç unsurları ve eksik tarihî bilgiler söz konusudur. Bu rapor, yazarın ulaştığı sonuçları dürüstçe yansıtmaktadır, ancak mutlak son sözü söylediği iddiasında değildir. Yeni keşifler, farklı bakış açıları bu alana her daim katkı sunabilecektir.

Tarafsızlık Beyanı: İncelediğimiz dinî metinlere ve bu metinlere inanan topluluklara karşı saygılı bir tutum benimsendi. Hiçbir dinin kutsalları küçümsenmedi; eleştiriler, o din mensuplarının dahi kabul edebileceği ölçüde objektif veriler üzerinden yapıldı. İslam geleneği ile Yahudi ve Hristiyan geleneklerinin farklı tezleri adilane şekilde sunuldu. Bu çalışmanın hedefi, bir dinin diğerine üstünlüğünü kanıtlama çabası değil, konunun bilimsel olarak anlaşılmasına katkı sağlamaktır. Bu nedenle, bütün tespit ve yorumlar, referanslara dayandırılmış, yorumlar ise ilgili inanç mensuplarının kendi eserleri veya nötr akademik görüşlere dayalı olarak dile getirilmiştir.

Bu raporun, Müslüman okurlara olduğu kadar Yahudi ve Hristiyan okurlara da hitap edebilecek bir dengeyi tutturabilmiş olmasını umarım. Böylelikle, “kitap verilen peygamberler” ortak inancının detaylarında, aslında ne kadar ortak miras ve ne kadar ayrışma bulunduğu daha net anlaşılacaktır. Bu da üç din arasındaki diyaloğa, saygıya dayalı bir zeminde mütevazı bir katkı sayılabilir.


Kaynakça: (Not: Metin boyunca referanslar parantez içinde künye numarasıyla verilmiştir. Aşağıda tam bibliyografik bilgiler sunulmaktadır.)

·         Kur’an-ı Kerim ve Mealleri (Diyanet Vakfı, Yusuf Ali vs. karşılaştırmalı kullanıldı).

·         Tanah (İbrani Bible) – Masoretik metin ve İngilizce tercümeleri (JPS, KJV).

·         Yeni Ahit (Bible) – Yunanca Nestle-Aland 28. baskı; Türkçe Kitab-ı Mukaddes (2014 basımı).

·         TDV İslam Ansiklopedisi, maddeler: *“Zebur” (S. L. Gürkan); “İncil” (Ö. F. Harman); “Tahrif” (M. Tarakçı) vb.

·         Abdullah b. Ömer el-Baidavi, Envârü’t-Tenzil ve Esrârü’t-Te’vil (Klasik tefsir).

·         Fakhruddin er-Razi, Mefâtihu’l-Ğayb (Klasik tefsirden manevi tahrif vurguları için).

·         İbn Hazm, el-Fasl fi’l-milel ve’l-ehvâ’ (Kısmen, İncil tenkidi için).

·         Rahmetullah el-Hindi, İzharü’l-Hakk (Hindistan, 19. yy; Hristiyan misyonerlere cevap).

·         Angelika Neuwirth, Scripture, Poetry and the Making of a Community (Oxford, 2014).

·         Gabriel Said Reynolds (Ed.), The Qur’an in its Historical Context (Routledge, 2008).

·         Sidney H. Griffith, The Bible in Arabic (Princeton, 2013) – (Müslümanların ve Hristiyanların Arapça İncil algısı).

·         Ömer Faruk Harman, “Kur’an’da Ehl-i Kitap” makaleleri (İSAM dergileri, 1990lar).

·         Dead Sea Scrolls Project – Online Database (Israel Museum).

·         Bruce M. Metzger, The Text of the New Testament: Its Transmission, Corruption, and Restoration (Oxford, 2005).

·         Emil Schürer, The History of the Jewish People in the Age of Jesus Christ, vol. 3 (on early Christian apocrypha and canon).

·         John Wansbrough, Quranic Studies (Oxford, 1977) – (Kur’an’ın gelişiminde Judeo-Christian milieu hipotezi).

·         Geoffrey Parrinder, Jesus in the Qur’an (Faber & Faber, 1965) – (İncil-Kur’an karşılaştırmalı).

·         Mišna Sanhedrin traktatı (İbranice-İngilizce edisyon).

·         Nag Hammadi Scriptures (Meyer ed., HarperOne, 2007) – (Tomas İncili vb. metinler).

·         Ebülfida Abdullah b. Ahmed İsmail (İbn Kesir), Kasasü’l-Enbiya (Peygamberler Tarihi) (Hz. Muhammed’in İncil ve Tevrat’ta müjdelenmesi konusu).

·         Mehmet Açık, “İslam Kelamcılarına Göre Kitab-ı Mukaddes’in Tahrifi” (Marmara Üniversitesi İlahiyat, Doktora Tezi, 1993) – (Özellikle İbn Taymiye’nin Şifau’l-Galil’i vb. inceler).

(Dipnot: Yukarıda referans verilen parantez içi numaralar, rapor metninde “【 】” içinde gösterilen kaynak alıntılarına karşılık gelmektedir. Bu sistem, her bir önemli bilginin belgelendiği yeri işaret eder.)


[1] [2] [3] [4] İNCİL - TDV İslâm Ansiklopedisi

https://islamansiklopedisi.org.tr/incil

Yorumlar (0)

Yorum Yap

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yapın!